"1984 yılında bir doktor arkadaşımın otistik çocuğu için müzik terapisi konusunda araştırmalara başlamıştım. Otistik çocuğa yardımcı olabilmek için geliştirdiğim yöntemlerimi, akademik kariyerime de taşıdım, uzmanlaştım. Sonra kızım dünyaya geldi. 13 yaşındayken çok sıcak bir yaz günü duş almaya girdi. Tatile yola çıkacaktık, ben de bir öğrencime içeride ders veriyordum. Birden yerimden kalktım ve Esra'ya bakma ihtiyacı hissettim. Gittim baktım ki, küvet dolmuş, Esra içinde cansız bir vücutla yatıyor. Suyun içinden çıkarttım, hemen oracıkta üstünü giydirdim. İlkyardım tedavisi uyguladım. Ambulans geldi. Esra'da hiç hayat belirtisi yoktu ve 11 yaşındaki oğlumla ikimizdik. Makineye konduğu zaman kalp atışı diye bir şey yoktu. Hastanede "Ne olursunuz yanına gireyim," dedim. Bir anne olarak beni almaları mümkün değildi. Başhekim izin verdi sağolsun. Hayata dönüş mücadelesine ben de katıldım. Esra'ya onun için bestelediğim ninniyi söylemeye başladım. Doktorlar ağlıyor, ben elimle "Susun, ağlamayın," diye işaret ediyordum. 32 dakikanın sonunda Esra'nın kalbi atmaya başladı. Hayata döndü ama hiçbir şey hatırlamıyor, hafıza kaybı var. Babasına karşı aşırı düşkünlüğü vardı. "Babam nerede?" dedi. Babası başındaydı, ama o babayı tanımıyordu. Üç ay 10 gün sonra Esra geçmişi hatırlamaya başladı, sonra en son çaldığı parçayı hatırladı ve çaldı. Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam ettik. Müzik terapisine devam ettik, doktorlar, 'Tamamen bir mucize bekliyorduk, bunu başardınız,' dedi. Oğlum 11 yaşındaydı ve bilgisayar mühendisi olmak istiyordu. O güne kadar piyanonun önüne bir kez oturmamış, do notasını bile çalmamıştı. "Konservatuvar sınavına gireceğim ve Esra'yı kanun çalarken yalnız bırakmayacağım," dedi. Girdi ve kazandı. Esra'nın şofben zehirlenmesi, oğlum Asım'ın da hayat çizgisini değiştirdi."
Yayın tarihi: 27 Mayıs 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/27/pz/haber,223CB86FBA1A409FBBD5B3C499C63476.html
Tüm hakları saklıdır.