Hani şu gençlik var ya! Başımızdan kavak yellerinin estiği yıllar canım... Kiremit çatılı evimizin penceresinden limanın yarısı görünürdü. Ben o pencereden limana bakıp hayallere dalardım. Hayalim hep kömürle çalışan gemilere binmek ve dünyayı gezmekti. O yıllarda bir kitap okudum, dünyam değişti. Kitabın ismi
Martı! Kitabın öyküsü, bir martının üzerine kurulmuş. Hadi anlatayım... Deniz kenarında, komün halinde yaşayan martılar, orada doğar, büyür ve ölürlermiş. Başka yerlerde ne var ne yok hiç ilgilenmezlermiş. Ama içlerinden biri, bir gün yükseklere doğru uçmuş. Etrafta ne var, başka martılar nasıl yaşıyor, öğrenmek istemiş. Yuvasına dönüşte öteki martılar bu genç martıyı dışlamış. "Sen neden bizim yaptığımızı yapmıyorsun? Sana ne başka dünyalardan?" demişler. Anlayacağınız o aykırı Martı, Jonathan Livingston olmayı çok sevdim! Hayallerde hiç sınır tanımadım. Sürüye katılmayı hep reddettim. O yüzden de başıma gelmedik şey kalmadı. Çok şaşıracağınız bir martı hikâyesi anlatayım. Amacım hayatın ne kadar büyük sürprizlerle dolu olduğunu göstermek... Herkes ona çok güvendiği için takımın muhasebesi de o genç adama verilir. Genç adam hem takımın kaptanlığını yapar hem de para işlerini yönetir. Amacı okul masraflarını karşılamaktır. Günün birinde genç adam, masasının karşısındaki duvara bir dünya haritası asar. Her gün o haritaya bakarak hayallere dalar. Soranlara da şöyle der; "Hayalim dünyayı gezmek, görmek ve tanımak!" Bu genç adam kim mi? Söyleyince şaşıracaksınız: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan! Dedim ya "Hayat sürprizlerle doludur." Şöyle diyelim: Her martı kendi özgür dünyasına, kendi mutluluğuna, kendi hayallerine uçar! Şu an... Evimin çatısında kiremit yok. Penceremden limanın yarısı da gözükmüyor. Artık martılar; yemeklerini denizlerden değil, denizden uzakta çöplüklerden topluyor. Ben ise kanadı kırık bir martı gibiyim. Deniz kenarında ama denizden uzakta, yelkenlerini rüzgârla doldurup uzaklaşan teknelerin arkasından baka kalan biri gibiyim. Oysa benim bu yaz hayallerim vardı. Fındık kabuğu gibi tek direkli, tek yelkenli tekneyle koyları gezip, tutacağım balıklarla karnımı doyurmak isterdim. Güneş batarken, fonda derinden gelen bir opera eşliğinde içilen bir bardak şarap... Ya da Zeki Bey veya Müzeyyen Hanım'ın şarkılarını dinlerken batan güneşe rakıyla eşlik etmek... Rakı dedim de... Bir zamanlar Kaş'ta tatildeyken her akşam güneşin batışını rakı, beyaz peynir ve karpuzla uğurlardım. Fonda ise Müzeyyen Hanım'dan, "Bu son fasıldır ey ömrüm..." şarkısı... Benim bu safahatımı izleyen iki İngiliz çifti, beş çaylarını içerken bana gülümsediler. Onlar bana "Tea time..." (Çay zamanı), derken ben de rakımı kaldırarak "Rakı time..." (Rakı zamanı) dedim. Bir akşam İngiliz çiftler, davetimi kırmadı. O gün güneşin batışını çayla değil rakıyla uğurladık. Elbette, Müzeyyen Hanım'ın şarkıları eşliğinde. Ertesi gün yine aynı yerdeyim. İki İngiliz centilmen geldi. Rakılarını söylediler. Şaşkınlıkla "Çay saatinize ne oldu?" dedim. Gülüştüler. Biraz sonra İngiliz hanımlar, Türk usulü köfte ile gelip rakı sofrası kurmazlar mı? Hep birlikte bağırdık: "Kahrolsun çay zamanı, yaşasın rakı zamanı!" Mesaj: Bodrum'da kalafattan çıkan tekneler, birer birer denize indirilmeye başladı. Bizim Asım Kaptan da Begonvil'i denize indirmenin keyfiyle benimle dalga geçiyor: "Şu kırdığın kalça, sancak mı, iskele mi?" Sinir içinde "İskele," (sol) diyorum. Arkadan Çöpçü Kaptan'ın sesini duyuyorum: "Şimdi onunki 'karpuz kıç' olmuştur," diyor. Ben de "Söyle ona, kalçam, ayna kıç!" diyorum. Asım Kaptan müdahale ediyor, "Şimdi o kalça 'keç kıç'' (Arkası kalkık) olmuştur," diyor. Gülüşüyoruz! Biz denizci ruhu taşıyanlar, vefalı insanlarız. Adalı Ahmet, Barka Selim, Forsa Mustafa, Erkan, Erol, Adnan ve Osman kaptanlardan şimdiden Mavi Tur için davetler alıyorum. Galiba hasta olmanın tek keyfi aranılır olmak. Biraz da abartılı sevgi gösterileri var ki hoşuma da gitmiyor değil. Beni arayan herkese binlerce teşekkür.
Yayın tarihi: 22 Nisan 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/22/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.