SMS:
AD yaz boşluk bırak mesajını yaz 4122'ye gönder.
Annem için bir sonat denemesi
O SES ARTIK YOK Böylece birden kafama dank ediyor ki o karşılıksız büyük sevgi, o bir ömrü sizi sevmeye, korumaya, göz etmeye adamış insan artık yok. Leo Ferre'nin muhteşem şarkısı Avec le Temps (Zaman Geçtikçe) de dediği gibi, o hep "Sakın soğuk alma, sakın üşütme," sesi yıllar boyu ve hatta büyüdüğünüzde bile kulaklarınızda çınlayan insan yok artık. O sanki yalnızca sizin sevginizle atan yürek artık sustu. Ve biliyorsunuz ki sevgilerin en büyüğü, en karşılıksızı, en güçlüsü olan o sevgiyi siz artık hiçbir insanda bulamazsınız: Ne kadınlarda, ne çocuklarınızda, ne de adına aşk dediğiniz duygularda... Herkes gibi, her oğul veya kız gibi siz de onu ihmal etmişsinizdir; her gün yerine iki-üç günde bir aramış, o hep yolunuzu gözlerken türlü-çeşitli eğlencelere dalmayı yeğlemişsinizdir. 40 yıllık gazeteci olsanız bile, hâlâ "Aman oğlum, dikkatli yaz, kimseyi kırma, kimseyi incitme, düşman edinme, hep hoşgörülü ol," diyen sesini komik bulduğunuz da olmuştur. Ama anne sevgisi, o unutulmaz Levent Kırca skecinde alaya alınmış da olsa, aslında öylesine görkemli, öylesine zengin bir duygudur ki... Ve bunu gerçekten anlamanız, çoğu zaman ancak annenizin çekip gitmesiyle mümkün olur. 'BENİ BAŞKA TÜRLÜ SEVDİ' Ben hayatı belki en çok annemden öğrendim; yıllar boyu onun sağduyusuyla yönlendirildim, sevgisiyle kuşatıldım, atasözleriyle donandım. Yanya'dan gelen bir ailenin Konya'da doğup İzmir'de evlenen kızı, üç çocuğundan ilk göz ağrısı olan beni belki başka türlü sevdi. O, hayatı boyunca acaba kaç kez üstümü örttü, ateşime baktı, hasta çorbamı içirdi, kaç durumda üzerime kol-kanat gerdi... İzmir'deki bahçeli, görkemli ev, benim Galatasaray'da okumam için satılıp İstanbul'daki küçük apartman dairesine sığınılmadı mı? Kim bilir benim için daha ne çok şey feda edildi, benim ruhum duymadan... İster Paris'te bir yıllığına yaşamak, isterse Salihli'de askerliğimi yapmak olsun, hiç fark etmedi: Annem, hep peşine babamı da takmış olarak birden bire karşımda beliriverdi. O beni görmek için gerekirse Kaf Dağı'nı bile aşardı, biliyorum. Ben yıllar boyu modayı da ondan izledim: Mütevazı bir memur eşi olmanın sınırlı koşullarını aşarak, 1940'ların fırfırlı giysileri ve tüllü şapkaları, 50'lerin tayyörleri, 60'ların biraz erkeksi kıyafetleri onun üzerinde resmi geçit yaptı. Ve büyük olasılıkla sevdiğim her kadında ondan bir şeyler aradım. Sanırım tüm erkekler gibi... Annem artık yok. Ve biliyorum, birçok gece uyanacağım ve birden bu acı gerçeği hatırlayacağım, yüreğim buz kesecek, nabzım hızlanacak, uykum kaçacak. Zaman bu ateşi küllendirse de o, hep içten içe yanmaya devam edecek. Mistik olsam, "Bir gün yeniden buluşuncaya kadar," derdim. Belki de gerçekten öyle olacak. Öyle olmasa bile, o benim içimde ve benden de çocuklarıma geçmiş olarak yaşamaya devam edecek. Belki de bu, annemin gerçek ölümsüzlüğü olacak. Her insan için olduğu gibi... Yayın tarihi: 6 Nisan 2007, Cuma Yazarın Önceki Yazıları
Kentin taşı toprağı altın olurken...
(
30 Mart 2007 Cuma
)
Tarihi eserlerin kıymeti bilinmeli
(
23 Mart 2007 Cuma
)
Pierre Loti'yle bir sabah
(
23 Mart 2007 Cuma
)
İki ustayla söyleşi
(
16 Mart 2007 Cuma
)
İki büyük sanatçıyla geçen saatler
(
16 Mart 2007 Cuma
)
Değişmenin önlenemez çekiciliği
(
9 Mart 2007 Cuma
)
Değişmenin önlenemez çekiciliği
(
9 Mart 2007 Cuma
)
Ne işiniz var kardeşim Urfa'larda?
(
2 Mart 2007 Cuma
)
Ne işiniz var Urfa'da?
(
2 Mart 2007 Cuma
)
Herkes birden nasıl demokrat kesildi...
(
23 Şubat 2007 Cuma
)
|
|