 |
|
 |
 |
 |
 |
 |
Tel: 0537 660 71 21 | Fax: 0212 354 34 72 | SMS: UT yaz boşluk bırak mesajını yaz 4122'ye gönder |
|  |
|
 |
 |
 |
 |
 |
 |
 |
 |
|
|

Bir basın özgürlüğü hikâyesi
ABD'de 1925'den beri yayınlanan ve bağımsız, ciddi gazeteciliği, "muhalif" tavırlarıyla ünlü "The New Yorker" dergisinin son sayısı. John Cassidy Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz' i yazıyor. Dünya Bankası heyetiyle Ocak sonunda, cami ziyaretinde medyaya "Paranın delik çoraplı patronu" fotolarıyla yansıyan gezi. Derginin, "Siyonist babanın oğlu; ablası İsrail'de yaşıyor" diye tanıttığı Wolfowitz, Bush yönetiminde Afganistan ve Irak işgallerinin beyinlerinden ve Pentagon'un iki numarasıydı. Meclis'te tezkere geçmeyince, en çok tehdit parmağı sallayanlardan. Şu sıra, "Arap asıllı, laik demokrat sevgilisi Şaha Ali Rıza" ya Dünya Bankası'nda, Dışişleri'nde imtiyaz sağlamakla da gündemde. Cassidy, katıldığı Türkiye gezisi odağında Wolfowitz ve Dünya Bankası portresi çizerken, yazının sonunda şuna yer veriyor. Aslına sadık; çeviriyorum.
"Dönüşten önce, röportaj için, Mehmet Ali Birand' la buluştu. Birand bana 'Bir kez beni kurtarmıştı' dedi; 'Askerler kellemi istiyordu, Wolfowitz müdahale etti.' 1998'de, John Hopkins Üniversitesi'nde ders veren Wolfowitz, AEI'nin (neo-muhafazakar bir düşünce merkezi) düzenlediği konferans için İstanbul'a gitmişti. Generaller, Birand' ın işvereni Sabah gazetesine, onu işten attıran baskı yapmıştı (andıç). Olayı öğrenen Wolfowitz İstanbul'da onunla buluştu. Birand; 'Paul'ün müdahalesi çok önemliydi. Ordunun iki numarası General Çevik Bir, Wolfowitz'in eski dostuydu. Onunla konuştu ve 'Bak, bunu yapamazsınız' dedi' diye anlattı bana. Birand yeni iş buldu (Doğan Grubu'nda). Wolfowitz ile hep temasta kaldılar. Birand' a, Irak savaşının kamuoyunun Wolfowitz 'e bakışını nasıl etkilediğini sordum. 'İnsanlar şimdi Dünya Bankası'nda yoksullar için iyi bir iş yaptığını düşünüyor. Zenginden çalıp yoksula veren Robin Hood gibi. Pentagon'da kalsa farklı olurdu. Başlangıçta kamuoyu savaştan yanaydı. Ama Amerikalılar yan basınca (orijinali: fucked up), değişti. Şimdi Türkler öfkeli; kendilerine karşı da. 'Nasıl böyle yaptık' diye düşünüyorlar.' Wolfowitz söyleşi için sete yürüdü ve Birand ile çok sıcak selamlaştılar." (Tercümenin tercümesi: Yani, nasıl ABD karşıtı olduk; tezkereyi nasıl oldu da geçirmedik diye pişmanmış Türkler!)
Diyeceksiniz ki, der misiniz ki, deseniz ki... "Sen buna neden 'Bir basın özgürlüğü hikayesi' başlığı attın... Basın özgürlüğü bunun neresinde?" Haklısınız. Neresinde?
Gazeteci attırmak için baskı yapan generallerde mi? Şimdi temiz, bağımsız, etik medya, gazetecilik, patronluk, yönetmenlik pozu takınırken, asker baskısıyla gazeteci atan ve susan da mı? Baskıya değil de, mağdur olana saldıran kimi meslek örgütünde mi? Bir'in tutuşturduğu uyduruk belgeyi en büyük iki gazetede yayınlayıp meslektaşını da hedef gösterenlerde mi? O patronların da, patronlaşmış yönetmenlerinin de (sonradan pişmanmış gibi yaparak) esastan utanmadan özgür gazetecilik maskesiyle arsızlık etmelerinde mi? Bunların ve kuyruklarına yapışmış kimilerinin, meslektaşlarının (hatta kendilerinin) maruz bırakıldığı baskılar, baskı girişimleri, kıskaçlar karşısında, meslek özünü satmış akbaba olmalarında mı? Bağımsız generaller ile ABD'li şahinler arasında, medyaya bile müdahil olan, adam attıran yahut kollatan derin ilişkilerde mi? Kimi mağdur gazetecinin, baskılar ve başına gelen karşısında, sığınacak yetkili, etkili kucak aramasında mı; cadı avı yapanla işbirlikçisine boynunu eğmesinde, diz çökmesinde mi? Borç ve diyet öder gibi, halk adına uyduruk sevgi ve pişmanlık havaları yaratmasında mı? Asker baskısını sözde ayıplayan sivil iktidarların, milliyetçiden sözde solcusuna, liberalden muhafazakara, gazeteci attırmak, susturmak, gazete kapattırmak, patron kafalamak, tehdit etmek, şantaj dengesinde uzlaşıp destek almak, haber gizletmek, menfaat alışverişine girmek, medyayı haberinden dağıtımına tekelden kontrol etmek üzere azmasında mı? Meslek örgütü adına özgürlük açıklaması yapan kıdemli gazetecilerin kendi köşelerinde bundan tek kelime bahsedememesinde mi? Gazeteciliğin, entrika ve fesat cehennemi kılınmasında mı? Haklısınız; hiçbir yerinde! Çünkü; hikâye! Biliyor musunuz, Başbakan'ın dava ettiği Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız , paraya çevrilen 23 aylık hapis cezası yedi. Muhalefet partisinin basın toplantısındaki sözlerini yayınladığı için. Bu yüzden de hikâye.
|
|
 |
|
|