| |
Üçgenden dörtgene
Başbakan Erdoğan'ın siyaset üstü üslup taşıyan "Ulusa Sesleniş" konuşması haklı olarak geniş yankı buldu. Ancak bu odaklanma, Erdoğan'ın aynı gün İstanbul'da yaptığı başka bir konuşmayı gölgede bıraktı. Yazık. Çünkü İstanbul'daki canlı konuşması ile TV ekranlarından izlediğimiz banda alınmış konuşması birbirini tamamlıyor. Bir başka deyişle, "Ulusa Sesleniş" ancak İstanbul konuşmasıyla birlikte değerlendirilirse, mesajın adresi daha somut biçimde algılanabilir. Ama önce biraz gerilere gitmemiz gerekiyor. Bilmiyoruz hâlâ duruyor mu; ANAP Genel Merkezi'nin girişindeki mermer panoda rahmetli Turgut Özal'ın yaldızlı harflerle yazılmış bir mesajı vardı. Daha doğrusu vasiyeti: "Üç prensibe sıkı sıkıya sarılmalıyız: Hür ve serbest düşünce. Din ve vicdan hürriyeti. Serbest teşebbüs." Özal, kendi ifadesiyle "Çağı yakalamanın biricik sırrı" olan bu "Altın Üçgen" i 9 Kasım 1989'da, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yaptığı Meclis'e teşekkür konuşmasında şöyle açıklamıştı: "Düşünce ve ifade hürriyeti ve düşünceye saygı bilinci, milli birliğimizi korumanın vazgeçilmez gereğidir. Din ve vicdan hürriyeti, evrensel kapsamda ve anlamda, insanın insana duyduğu sevginin, saygının simgesi ve göstergesidir. Teşebbüs hürriyeti ise, derin inancım odur ki, Batı'nın gelişmiş ülkelerine ekonomik alanda bir an önce yetişmemizin hem ana, hem de hızlandırıcı motorudur." Bu üç özgürlük Türkiye için, Özal'ın çok sevdiği kavramla "Transformasyon"un kapısını açan üç anahtar oldu. Aynı zamanda, yine Özal'ın "Haysiyetimizi koruyarak üye olmak istiyoruz" dediği AB üyeliği için gerekli koşulları sağlamanın da. Özal'ın özgürlük üçlemesi aslında Kopenhag Kriterleri'nin o kriterlerin belirlenmesinden yıllar önce formülleştirilmesiydi.
Bayrak yeni atleti bekliyor İşte Erdoğan önceki gün İstanbul'da bir bilgisayar şirketinin yeni üretim tesislerinin açılışında yaptığı konuşmada, belki de toplumsal yaşamımızın vazgeçilmez ilkeleri haline geldiği için kanıksadığımız çağdaşlaşmanın bu sihirli üçgenini hatırlatma ihtiyacını hissetti. Ama dörtgene dönüştürerek: "Bizim dört tane özgürlük anlayışımız var. Düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü." Erdoğan'ın eklediği dördüncü özgürlük de aslında Özal'ın sihirli formülünün hayata geçirilmesinin doğal sonucu. Zaten rahmetli de bunu önemle vurguluyordu: "21'inci asır politikacıların değil, bireyin ve sivil toplumun önem kazandığı yüzyıl olacak." Yani, ancak örgütlü toplumla çağdaş ülkeler ailesine katılabiliriz. Erdoğan bu söylemiyle Özal'ın bayrağını ileriye götürmeye aday olduğu mesajını mı vermek istedi? Keşke... Öyleyse eğer, Özal'ın alıntı yaptığımız Meclis'e teşekkür konuşmasının tam metnini okumasını tavsiye ederiz. Şöyle bitirmişti sözlerini: "Tarafsız kalacağıma yemin ettim ama ben taraf tutacağım. Neyin tarafını tutacağım? Atatürk ilke ve inkılâplarının tarafını tutmaya devam edeceğim. Anayasal kuruluşlarımıza destek olmaya devam edeceğim. Türkiyemizin yakın vadede Avrupa Topluluğu'nun (günümüzde AB) en seçkin üyelerinden biri olmasının tarafını tutacağım. Cumhurbaşkanlığı makamını her türlü iç siyaset sorunlarının üstünde tutacağım. Ama halkımın içinde, mütevazı bir vatandaş olarak, halkımla birlikte yaşayarak..." Ve sözlerinin tümünü tuttu. O içtenlik, o etik, o sözünün eri olma, kimde varsa buyursun. Bayrak, Türkiye'yi çağdaşlaşma yarışında bir sonraki etaba taşıyacak atleti bekliyor.
|