Işık kentinde kesişen öyküler
"Herkesin gözde şehri" Paris'e 19 farklı bakış. Aslında 20 olacakmış, ama sonuncu proje gerçekleşememiş. Bu özgün film, üstelik alabildiğine evrensel. Fransızlar kendi yönetmenlerine beş yer ayırmışlar. Gerisi dünyanın dört bir köşesinden: Amerika'dan Kanada'ya, İspanya'dan Meksika'ya, Güney Afrika'dan Kenya'ya, Brezilya'dan Japonya'ya, değişik ülkelerden gelen sinemacılar, Işık Şehri'ni kendilerine göre yorumlamışlar. Ama bu bir belgesel değil. Her biri, kendi tarzına göre bir küçük hikâye seçmiş. Benim Cannes'da izlediğim kopyada, her hikâyenin başı-sonu belliydi, yönetmeniyle birlikte... Buradaki kopyası ise bu bölünmeyi kaldırmış, biri biterken öbürü başlıyor. Ve hangi bölümü kim çekmiş, anlamak zorlaşıyor. Böylece film iç içe geçmiş farklı öykülerden oluşuyor. Kimi yönetmenlerin damgası hemen belli oluyor: Steve Buscemi'yi bir metro istasyonunda Paris'in nimetleri ve metronun güvencesi üzerine bir turistik broşür okurken bir serserinin saldırısına uğratmak, elbette Coen kardeşlerin işi olabilirdi. Dil farkı nedeniyle başlayamayan bir eşcinsel aşk öyküsü ise Gus Van Sant'in... Ama sürprizler öylesine çok ki... Örneğin Alfonso Cuaron, Amerikalı bir babayla Fransız kızının öyküsünü Monceau Parkı civarında saptadığı tek bir uzun (çok uzun) çekimle anlatıyor: Şaşırtıcı bir ustalık... Wes Craven bir mezarlık öyküsü anlatmış. Ama ünlü Pere Lachaise mezarlığında geçen bir korku filmi değil, Oscar Wilde'ın mezarından kalkıp genç bir çifte mutluluğun yolunu göstermesini anlatan bir fantezi...Gurinder Chadha, Seine nehri kıyısında vakit geçiren bir liseliyle, tanıştığı başörtülü bir Müslüman kızın ilişkisine bir yıldırım bakışı atarken, Vincenzo Natali, Madeleine kilisesi çevresinde bir vampir öyküsü anlatmayı seçmiş. Gerard Depardieu, kendisine küçücük bir rol ayırdığı filminde ayrılmak üzere olan yaşlı bir Amerikan çiftinin öyküsünü anlatmış. İki usta oyuncu, Gena Rowlands ve Ben Gazzara'nın oyunlarıyla... Richard Lagravenese'in kahramanları, bir Pigalle seks kulübünde biten evliliklerine çözüm aramaya gelen Fanny Ardant ve Bob Hoskins... Belleville'de Randevu'nun yaratıcısı Sylvain Chomet ise Eyfel kulesini mekan alan bir pantomim sunuyor. Ve filme beklenmedik bir neşe boyutu katıyor. Kestirebileceğiniz gibi, bu film içine çok şey doldurulmuş bir file gibi. Sanki Paris'in ünlü pazarlarından doldurulmuş... Ama içinden herkese, her zevke göre bir şeyler çıkıyor. Paris'in renkli, canlı ve çelişkili ruhu adeta kutsanırken, aynı zamanda nasıl bir dünya kenti olduğu da vurgulanıyor: her ırktan, her türden insan var. Ve sokaklarında, bir anda ırkçı bir saldırının kurbanı olan zencilerden dinler-arası ilişkilere, zengin Amerikalıların boşanma sorunlarından ünlü tiyatro oyuncularının cinsel bunalımlarına, fantastik öykülerden ironik komedilere, her şey yaşanabiliyor. Bir film boyunca bir kenti böylesine anlatmak ne hoş bir şey. Darısı İstanbul'un başına...
PARİS, SENİ SEVİYORUM * * * (Paris je t'aime)/ Yönetmenler: Denis Polarydes, Gurinder Chadha, Gus Van Sant, Joel Coen, Walter Salles, Daniel Thomas, Christopher Doyle, İsabel Coixet, Nubuhiro Suwa, Sylvain Chomet, Alfonso Cuaron, Olivier Assayas, Oliver Schmitz, Richard Lagravanese, Vincenzo Natali, Wes Craven, Frederic Auburtin, Gerard Depardieu, Alexander Payne/ Oyuncular: Marianne Faithful, Steve Buscemi, Juliette Binoche, Willem Dafoe, Nick Nolte, Maggie Gyllenhaal, Gena Rowlands, Ben Gazzara, Bob Hoskins, Fanny Ardant, Tobey Maguire, vs./Fransız filmi.
|