| |
|
|
Müziksiz ve adımsız bale.. İstanbul!..
"Bugüne kadar, yani 1955'ten beri, 52 yıldır, Devlet Sahnesi'nde gördüğüm en kötü şey.. Fiyasko.. Skandal.. Utanç!.." Bunları aynen yazıp yazmama konusunda düşünüyorum 40 saattir.. Bunca emek, bunca masraf.. Biraz usturuplu mu yazsam?. Sonunda karar verdim ki rezilliği aynen yazmazsam, sanata ihanet etmiş olurum. Okuruma ihanet etmiş olurum. Kendime ihanet etmiş olurum. Çirkinlikleri tüm dehşeti ile yazmazsam, yarın göklere çıkarma hakkım olur mu?. Göklere çıkardığıma inanan olur mu?. Bütün öfkemi yazmalıyım ki, bir daha önüne gelen, hem de devletin sahnesinde, yani bu milletin vergilerini harcayarak, böyle rezillikleri, hatır, gönül için sergilemeye cesaret dahi edemesin.. Yahu, devletin minik deneme sahneleri var, 50-60 kişilik.. Yenilere, öncülere fırsat vermek için.. Orda minik bir şey yapsan hadi neyse.. Ama, ilkokul yaşındaki çocuklara eğitim veren Tante Anna tipi bale okullarının yıl sonu müsameresi düzeyini aşmayan bir şeyi, devletin en büyük salonunda, devletin en geniş kadrosu ve bütçesi ile sergilemeye kalkışmanın bir ölçüsü olmaz mı?. Onca para, onca insan, onca emek, böyle hevesler uğruna harcanır mı?. Yarın ben "Opera yazdım" desem, Ankara'dan da bir hatırlı bulsam, devlet çıkıp oynayacak mı?. Böyle başı bozukluk olur mu?. Uygar bir ülkede İstanbul dakikalarca ıslıklanır, gösteri de daha o an sahneden kalkardı. Bizim sanata saygılı (!) halkımız bir de ayakta alkışlamaz mı?. Alkışı, hele ayakta alkışı da ucuzlattık. Seyyar yoğurtçu sahneden geçse, alkışla ayağa fırlıyoruz.. Bu İstanbul'a ayağa kalkanların, yarın Bolşoy Kuğu Gölü ile gelse alkışlama hakları, ya da o alkışların on paralık değeri olur mu?. Hülya Aksular çok beğendiğim bir balerindi. Hakkında yığınla övgü yazdım. Mustafa Oğuz'un Rumeli Konserlerine minik koreografiler yaptı, onları da alkışladım. İnsan olarak da çok severim.. Ama bu ne?.. Bu ne cesaret?. Balenin içinden bana gelen.. " Sponsoru buldum. Devlete sıfır maliyetle bu işi yapacağım" demiş.. Ankara'dan gelmiş icazet de.. Başlamışlar. Sponsorların büyük bölümü kaybolmuş, maliyet gene devlete, yani sana bana, halka binmiş.. İstanbul, nasıl bir ilkellik.. Nasıl bir "Şu da olsun.. Bu da olsun" çocuksu hevesi.. Yahu bir balede önce müzik olur.. Müzik yok.. Mercan Dede nam delikanlının yamağı Serkan Alkan diye bir çocuk, müziksiz müzik yazmış.. Aklımda kalan tek şey, ritm için çalınan davul sesleri.. Böyle bale müziği mi olur?. Adım yok.. Yahu iki saatlik bir balede akılda kalan üç bale adımı olmaz mı?.. Ne kordo bale.. Ne solo.. Ne de ikili danslar.. Bu kadar mı ilkel olur bir koreografi?.. Efendim, Bizans'tan başlayarak İstanbul'u anlatıyor bale.. İddiaya bakar mısınız?. Bin yıllık tarih iki saate sığacak.. Bu yüzden bin sahne yapmışlar. İki dakikada bir ortalık kararıyor bekliyor, hafakanlar geçiriyorsunuz.. Bizans'tan bu yana, aklına gelen her şeyi doldurmuş Hülya büyük bir özenti içinde.. O da olsun, bu da olsun derken, aşure mi çıkmış, türlü mü belli değil.. Aman aşure ile türlüye hakaret etmeyelim. Onlarda lezzet vardır. Bunda o da yok.. Bir Akşemsettin var.. Fatih'in Hocası.. Makyaj, kılık öyle.. Ama Hülya'nın yazdığı koreografiye bakarsanız, sarayın soytarısı.. Yeniçerilerin dünyaca ünlü bir dehşetli, görkemli yürüyüşü vardır, onu stilize etsene.. Hayır.. Çekirge gibi hopluyor yeniçeriler, Bizanslılar da gülmekten ölüyor herhalde.. Kırmızı atlas.. Üzerinde üç hilal.. Osmanlı'nın bayrağı değil mi bu.. Fatih sahneye seriyor, boylu boyunca, sonra üzerinde yürüyüp gidiyor, bayrağı paspas yaparak.. Uğruna öldüğü bayrağı çiğniyor.. Hülya, mevcut iktidara da hülus çakıyor, ne de olsa izin onlardan ya.. Ezan okunuyor, namaz kılınıyor sahnede.. Olsun.. Olabilir.. Ama Fatih deyince bir sanat kurumunda akla ilk gelen şey, Fatih'in sanat merakı, sanat öncülüğü olmaz mı?.. Lale devri deyince, sahnede üç kıtipiyoz ressama lale resmi çizdiriyorsun da (Tarihte böyle bir şey hatırlayanınız var mı, içinizde..) Fatih'in Bellini'yi çağırıp resmini yaptırması ve İslam İmparatorluklarının Kültür, Uygarlık tarihinde bir çığır açması niye yok, peki?. Karadan inen gemiler, simgeleştirilmiş.. Tamam.. Ama gemi, dünyanın bütün dillerinde "Dişi"dir.. Kız gibi yelkenliler, kadırgalar yerine, erkek simgeler kullanmak nasıl bir düşünce ola ki?. İstanbul'u fetheden Fatih, Gülbahar Sultanın da kalbini fetheder. Oyundaki belki de tek doğru dürüst pas deux deu!.. Öyle mi olur?. Aşk, şehvet, erotizm öyle mi anlatılır, Hülya?. Sana teklif etseler bu silik Gülbahar'ı kabul eder miydin?. Bu balede herhangi bir rolü kabul eder miydin?. Harem öyle mi anlatılır?.. Sadece Harem tek başına bale olabilecekken.. Nasıl ilkel, nasıl basit, nasıl herkesin ilk aklına geldiği gibi, özensiz, düzensiz.. Hele o hamam sahnesi.. Sefaradlar.. İspanya Yahudilerinin Türkiye'ye gelişi.. Kapkara bir perde önünde, kapkara bir zeminde, kapkara giyinmiş, kadın, erkek ve çocukların slow motion/ yavaşlatılmış adımlarla sahnede dönüp durması eğer, danssa, eğer koreografi ise, herkes bale yazabilir, duyururum.. Hülya Damdaki Kemancı'yı da mı görmemiş.. Yahudi Danslarının o müthiş çarpıcılığını stilize edemiyorsan, o sahneyi niye koyuyorsun, "Ben yaptım oldu" demek için mi?. Lale Devri.. Patrona Halil.. Aman yarabbi.. Bu kadar komik olabilir ancak.. Oysa bu devirden sadece, gene beş perdelik bale çıkar.. Cumhuriyet Devri tam bir rezillik.. Cumhuriyet demek tramvay demek, İstanbul'da.. Arjantin Tangosu demek, bire bir kopya Tango Passion kılıkları ve adımları ile.. Bitti.. Arada bir "Alkış" sahnesi var. Durup dururken, ekrana, 10 kasımlarda görmeğe alıştığımız, ezberlediğimiz siyah beyaz Atatürk görüntüleri geliyor.. Dans mans yok ha.. Sadece o filmler arka arkaya.. Sonra sahne bitiyor.. Atatürk'ü gören alkışlar nasılsa, bu biliniyor ya.. Bu ne şimdi?. Bir de bale boyunca müzik denen tek şey belki.. Perde kapalı. Sahnede bir şey yok. Salonda bir tenor.. Üzerine spot ışığı düşmüş.. Yahya Kemal/ Münir Nurettin şarkısı söylüyor.. "Sana dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul?.." Yahu sahne yoksa, dans yoksa, bu şarkı niye var?.. Hiç değilse Atatürk gibi film koysana, millet bir yandan Aziz İstanbul'u seyretsin.. Hayır.. Dam üstünde saksağan bir şarkı.. "O da olsun" demiş biri, belli.. Ve de geliyoruz, tüy diken rezilliğe.. Kuğu Gölü balesine nazireyle bitiriyor oyununu Hülya.. Martı Gölü balesi.. Martılar.. Haşemalı olanları erkek, minili olanları dişi martıların bir dans sahnesi var, gülmekten ölürsünüz, bale adına ağlamak gelirken içinizden.. O ne zevksiz, o ne ilkel kılıklar, o ne çocuksu adımlar.. İstanbul sahneden kaldırılmakla kalmamalı, bununla ilgili ne varsa imha edilmeli, izi bırakılmamalı.. Devletin böyle bir fiyaskoya alet olduğunu unutmalı, unutturmalıyız.. Yarın biri bütçe görüşmelerinde çıkar "Tükürürüm böyle sanatın içine.. Bunun için mi, milletin trilyonlarını harcıyoruz" derse, sanatı savunamaz hale geliriz çünkü..
|