| |
Türkiye'nin siyasi fay hattında hareketlenme yoğun
Resmi ideoloji ile kavgalı AK Parti'nin tek başına iktidar olması yetmezmiş gibi, yeni cumhurbaşkanının da bu partinin TBMM çoğunluğu tarafından seçileceği gerçeği, Türkiye'de beklenen gerginlikleri sahneye getirdi. En güçlü cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan Başbakan olduğunda siyaset piyasasına sürülmeyen ses ve görüntü kayıtları şimdi tedavülde. Erdoğan'ın milletvekili ve başbakan olması için Anayasa değişikliğinde destek veren CHP'nin sözcüleri, onun neden cumhurbaşkanı olamayacağını kanıtlamaya uğraşıyorlar. Bu tablo doğal olarak "Entelektüel" kesimde de yeni kamplaşmalara yol açıyor. "Demokrasi" ile "Rejim" arasında ille de seçim yapmak gerekirmiş gibi, dünün halkçı aydınları, bugün devletçiliğin sözcülüğünü yapıyorlar. Bazı entelektüeller de demokratik temsili topallatan yüzde 10 barajını eleştirmek veya cumhurbaşkanını halkın doğrudan seçmesini savunmak yerine, "Ahmet Necdet Sezer gidince ne olacağız" telaşını seslendiriyorlar.
ÜLGENER YARGISI Toplumun aydınlara bakışı ise oldum olası güvensizliklerle dolu. Demokrasiyi veya hukukun üstünlüğünü savunmak, şimdi bazı kesimlere göre "İktidar yalakalığı" yapmakla aynı şeyler. Aydınlara öfkeli kitlelerin, laikliği bir doktriner ideoloji biçiminde kabul edenleri ise, Ahmet Altan'ın "Gazetem.net"te gözlemlediği "Başbakan olabilen birinin cumhurbaşkanı olamayacağını kanıtlayan bir hukuk icat etmeye çalışıyorlar" olgusunu, doğal bir gelişme gibi görüyorlar. Türkiye'de aydınlara (veya entelektüellere) öfke duymak, zaten her dönemin yükselen değeridir. Bu eğilimi zalimane ve insafsız bir sosyolojik analize konu eden Prof. Dr. Sabri Ülgener'e (1911-83) göre "Fikirlerini gerek oluşturma sürecinde gerekse onları beyan etme aşamasında esas itibariyle bağımsız ve özerk bir kişilik olması gereken Türkiye entelektüeli, haddizatında ikbal uğruna devlete yaslanan bir müdahane (riyakarlık, dalkavukluk, iki yüzlülük) virtüözünden ibarettir. İktidara yanaşmada şu veya bu şekilde başarısız olan bir kısım entelektüel ise, tam tersine gücün karşısında olan ve aslında hiç beğenmediği, kültürünü hor gördüğü, tanımak istemediği ve tanımadığı bir halka akıl hocalığı yapma bahanesiyle ona musallat olma yolunu tutmaktadır."
MİSYON VE YALNIZLIK Ülgener'in bu kitabından (Zihniyet, Aydınlar ve İzm'ler-Mayaş Yayınları, 1983) yola çıkarak konuyu "Doğu Batı"nın Nisan 2006'daki sayısında irdeleyen Prof. Dr. Nur Vergin, "Entelektüel nadide bir çiçek, bir hain veya bir aktarmacı mı" gibi sorulara da cevaplar aramıştı. Örneğin birçok entelektüel, vatandaşı oldukları ülkelerinin resmi politikalarına karşı çıkıp enternasyonalist duruş sergiledikleri için, toplumlarında tepkilere ve hatta öfkelere hedef olmuyorlar mı? Bizde dün Nazım Hikmet, bugün de Orhan Pamuk bunlara örnek gösterilebilir. Burada "Misyon sahibi entelektüel" olgusunun ve "Yalnızlığı göze almak" riskinin devreye girdiği kitleler tarafından görmezden geliniyor. Tıpkı romancı Emile Zola'nın Dreyfus Davası'ndaki haksızlığı kabullenen çoğunluğa, "J'accuse" (Suçluyorum) makalesi ile karşı çıkması gibi bir durum değil mi bu? Veya Nazım Hikmet'i dün hain ilan edenlerin, bugün onun şiirlerini vatan sevgisini vurgulamak için okumaları gibi bir durum değil mi?
FAY HATTI Tabii ki geniş halk kitlelerinin sosyolojik tahlillerle "Entelektüel" gibi çok kapsamlı bir kavramı enine boyuna tartışacak vakti yoktur. Bu gibi durumlarda konuyu bilenleri ve inceleyenleri dinlemekte sayısız yararlar olabilir. Sözü Nur Vergin'e bırakmayı doğru buluyorum bu noktada: - Yeni gruplaşmaların basına yansıdığı şekliyle "dönek" veya "dinozor" suçlamalarıyla ortaya çıktığı bu dönemde aydınların kimliklerini belirleyen artık tek bir odak yoktur. Bu, Türk toplumunu boydan boya saran fay hattının her bir yanında birbirine rakip hakim güçlerin tespit edip konumlandırdığı, birbirlerini tanımayan, tanımak istemeyen ve birbiriyle uzlaşmaz bir dışlamacılık ilişkisi içinde olan aydınların dönemidir.
|