| |
Laiklik ve Hitler
Başbakan Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliklerini sıralarken, sözü laikliğe getirip, "Hitler Almanyası da laikti ama Hitler Almanyası'ydı" dedi. Ya kafası meşguldü, ya da yorgundu. Çünkü cümlesinde bilgi hatası var. Hitler döneminde de yürürlükte kalan 1919 tarihli Weimar Cumhuriyeti Anayasası ile getirilen ilke "Laiklik" değil, "Sekülarizm"di. Aralarındaki fark önemli. "Laiklik" dinin kamusal alandan çıkarılıp özel yaşamla sınırlandırılması ama bir yandan da denetim altında tutulması demek. "Sekülarizm" ise "Din kurumunun siyasal taleplerinden vazgeçmesi" karşılığı devletin de dini denetleme yetkisini cemaatlere devretmesi anlamına geliyor. Nitekim, Weimar Cumhuriyeti Anayasası din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili olarak 5 maddeye yaydığı (136-141 arası) düzenlemeyi de seküler anlayışa oturttu. İşte o maddelerdeki ilkelerden birkaçı: * Devletin Kilisesi (dini) yoktur. (Anlamı: Tüm inançlara eşit mesafededir) * Dini örgütlenme (dernek, topluluk, cemaat) özgürlüğü güvence altındadır. * Her dini topluluk, içişlerini dilediği gibi düzenleyip yönetebilir. * Dini topluluğun vergi toplama hakkı vardır. (Aslında devlet vergiyi toplayıp cemaatlere paylaştırıyordu) * Dini gruplar, silahlı kuvvetlerde, hastanelerde, cezaevlerinde ve diğer kamu kurumlarında ibadetlerini yerine getirebilirler. Özetle; Fransa'da laiklik, dünyevi yaşamı ve kamusal alanı baskın inanç olan Katolikliğin etkisinden kurtarma mücadelesinin sonucu oluştu. Almanya'da sekülarizm ise, denk güce sahip Katolikler ile Protestanlar arasında yüzyıllarca süren kanlı mücadeleye son verip barış içinde birarada yaşamalarını sağlama arayışıyla gelişti.
Laiklik tek güvence mi? Erdoğan'ın "Hitler Almanyası da laikti ama Hitler Almanyası'ydı" ifadesinin mantığına gelince: Kastettiği o rejimin demokratik ve hukuk devleti olmadığı ise (Çünkü sosyal devletti) diyeceğimiz yok. Ama laikliğin Hitler'in iktidara gelmesini önleyemediği iması ise; denecek çok şey var. Öncelikle, laikliğin diktatörlüğe karşı tek başına güvence oluşturabileceğini hiç kimse iddia edemez. İkinci olarak, Almanya'nın Nazi diktatörlüğünün pençesine düşmesine, laiklik veya sekülarizm değil, Birinci Dünya Savaşı'nda yenilgisinin bedeli olarak dayatılan Versailles Antlaşması'ndaki ağır "Tazminat" hükümleriyle başlayan süreç yol açtı. Alman hükümetleri bu tazminatı ödeyebilmek için inanılmaz para bastılar. O kadar ki, 1918 sonunda 4 mark olan 1 doların karşılığı 1923 sonunda 4200 milyar marka çıktı! Bu da günlük ücretle bir ekmeğin bile alınamadığı korkunç enflasyon getirdi. Enflasyon da toplumsal kargaşa... Buna rağmen Alman halkı Hitler'in partisine yüz vermedi: 1924 Mayıs'ındaki seçimlerde yüzde 6.6 oy alabildi, 1924 Aralık'ında yüzde 3, 1928'de yüzde 2.6. Ancak bunun üstüne 1929 ekonomik krizi gelince, ekonomisi ABD'ye bağlı olan Almanya çöktü: İşsizlik birkaç ayda yüzde 25'e fırladı. İnsanlar açtı. Hitler "Ulusun hem onurunu kurtarmak, hem de karnını doyurmak" iddiasıyla ortaya çıktı. Sonuç malum: 1930 seçimlerinde yüzde 16,3, 1932 Temmuz'unda yüzde 37,4, 1933 Mart'ında yüzde 43,9 ve... Son bir nokta: Hitler, Almanya'da hukuku, demokrasiyi, insan haklarını yok etti ama Weimar Cumhuriyeti Anayasası'ndaki "Seküler" hükümleri korudu. Çünkü kendisi dinsizdi! Hatta, "Ya iyi bir Hıristiyansınız ya da iyi bir Alman; ikisi birlikte olamaz" diyerek yeni bir inanç yaratmayı bile tasarlıyordu. İkinci Dünya Savaşı'nı kaybedince, Hıristiyanlık kurtuldu.
|