| |
Mizah da, gerginlik gibi siyasetin mütemmin cüzüdür
Arkadaşımız Muharrem Sarıkaya'nın CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la yaptığı telefonla söyleşiyi okurken elimde olmadan güldüm. Baykal, Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda son günlerde hakkında ortaya atılan iddialardan rahatsız olduğunu vurgulamış ve "Ben asker konuşmasın diye konuşuyorum. Demokrasiyi, çağdaş hukuku savunup geliyorum. Askerin konuşmasını asıl ben istemem" demiş. Bunları okurken eski güzel günleri hatırladım. Gazeteciliğe başladığım yılları ve Cumhuriyet'in hem bir okul hem de dostluk ocağı olduğu, kahkahalarla dolu yılları hatırladım. Şimdi hepsi rahmetli oldu. Nadir Nadi'nin odasının yanında Elif Naci ile Agop Arad'ın paylaştıkları oda vardı. İşten fırsat buldukça bu odada toplanır ve dünyaya tebessümlerin penceresinden bakardık. Ali Ulvi de gazeteye uğradığı zamanlarda bu odaya demir atardı. Burhan Felek de katılırdı bazen aramıza. Selmi Andak ve Adnan Tahir de odayı dolduran kahkahalara katkıda bulunan isimler arasındaydı.
ODANIN BİR MÜDAVİMİ Bu odanın şimdi adını hatırlayamadığım yarı meczup bir ayakkabı boyacısı olan bir başka müdavimi de vardı. O bir yandan ayakkabılarımızı boyar, bir yandan da aramızdaki konuşmaları dinlerken kendi gözlemlerini seslendirirdi. Bu ayakkabı boyacısı, bazen Cemal Paşa'nın bayraktarı olduğunu iddia eder ve Arap çöllerinde kendilerini kuşatan Lawrence komutasındaki Arap savaşçılara Osmanlı bayrağını nasıl vermediğini anlatırdı. Bazen de Atatürk'ün emir eri olduğunu iddia eder ve "Her önemli anda Ata'nın yanındaydım" diye gerçek ötesi anılar anlatırdı. Bu ayakkabı boyacısının hepimizi güldüren bir başka hezeyanına göre, Atatürk'ün önemli anlarda sesi kısılırmış ve bu gibi anlarda komutlarının yüksek sesle duyurulması görevini, emir eri olan bizim boyacıya verirmiş. Kendisini ciddiye alıp dinlediğimizi görünce, bir gün bu hezeyanını zirveye oturttu ve şöyle dedi: - Başkumandanlık Meydan Muharebesi' nde "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz ileri" diye seslenecekken sesi kısıldı ve bu komutu bana söyletti. Deniz Baykal'ın "Ben asker konuşmasın diye konuşuyorum" şeklindeki sözlerini Muharrem Sarıkaya'nın köşesinde okuyunca, en ciddi olaylara bile kahkahalarla yaklaştığımız o eski güzel günleri hatırladım. O zaman da birileri Baykal gibi gerilmiş yüz ifadesi içinde siyasi söylemlerini seslendirirlerdi. Ama Nadir Nadi'nin odasının yanındaki odada, bizler bunları kahkahalar içinde değerlendirirdik. Gerçek ötesinin mizah malzemesi olarak kullanıldığı bu odada, bir keresinde de Elif Naci, Nâzım Hikmet'in Rusya'ya neden kaçtığını şöyle anlatmıştı:
NÂZIM NEDEN KAÇTI? - Nâzım hapishaneden 1950 affıyla yeni çık mıştı. Teşvikiye Camii'ndeki bir cenazede, beni onunla İhsan İpekçi (İsmail Cem'in babası) tanıştırdı. Ressam olduğumu söyleyince benimle ilgilendi. Atölyeme gelip resimlerimi gördü ve bana "Bir ay içinde bütün resimlerinizi tanıdıklarımın satın almasını sağlayacağım" diye söz verdi. Bir ay sonra gazeteye geldiğimde yazı işleri müdürü Cevat Fehmi Başkut, arşivden Nazım Hikmet fotoğrafı getirmemi isteyince "Ne oldu" diye sordum. Meğer Nazım Rusya'ya kaçmış. O anda bayılacak gibi oldum. Anladım ki Nazım benim resimlerimi sattırmak için uğraşmış ve başarısız olunca mahcubiyetinden Rusya'ya kaçmıştı.
SALİH MEMECAN Bereket mizahı güncelle kaynaştıranlarımız hala var... Dünkü Sabah'ta Salih Memecan, çiçek saksılarının başında "Bu saksıları satıp ileride milyarder olacaksınız dedi babam. İçindekiler İstanbul toprağıymış" diyen minikleri karikatürleştirmişti. Yıllar önce Ali Ulvi'nin "İstanbul' un taşı toprağı" üzerine anlattığı bir fıkrayı hatırlayıp, onu rahmet ve hasretle andım. "İstanbul' un taşı toprağı altındır" a inanan Temel otobüse atlayıp, Trabzon'dan İstanbul'a bir pazar sabahı gelmiş. Otobüsten inerken yerde birinin düşürdüğü Reşat altınını görmüş. Tam eğilip alacakken durmuş ve "Bugün pazar. Bu tatil günü neden eğilip kendimi yorayım ki? Altınları hafta arası günlerde toplarım" diyerek yürümüş gitmiş. O odadaki günlerden birinde Nadir Nadi odasının kapısını açıp, "Elif Naci Bey, gelir misiniz buraya" diye seslenmişti. Elif Naci odadan çıkarken gülerek söyleniyordu: - Annem babamla değil Yunus Nadi Bey' le evlenseydi, şimdi ben öbür odanın kapısından "Nadir Nadi Bey, biraz buraya gelir misiniz" diye sesleniyor olacaktım... Evet... Nasıl Yahya Kemal "Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik" dediyse, bizler de yaş farkını aşmış gazeteciler, Cumhuriyet'teki o odada çocuklar gibi şendik.
|