|
|
|
|
|
Eski MİT'çi ortak olunca Coca Cola'yı satın aldık
"EVLENDİKTEN hemen sonra, iş hayatına atıldım. Adana'da yaşarken, Amerikalılar'ın içtiği 'Coca Cola' ile tanıştım. 1950'de, bu meşrubatın Türkiye'de üretilmesi için başvuruda bulundum. Olumsuz cevap aldım."
"ESKİ MİT başkanlarından General Behçet Türkmen'le, 1964'te ortak şirket kurduk. Behçet Paşa, Amerikalılar'dan, Coca Cola'nın Türkiye'de üretim iznini aldı. Halkımız, yerli Coca Cola ile 16 Eylül 1964'te tanıştı." Yaşamımı Adana'da sürdürürken, yani gençlik yıllarımda "Coca Cola" ile tanışmıştım. Çok sevdiğim, keyifle içtiğim bu meşrubatı, zamanla evime şişe şişe istif etmeye başladım. Adana'nın İncirlik semtindeki askerhavaalanı, o yıllarda Amerikalılar'ın yönetimi altındaydı.
Bu nedenle, Adana'da pek çok Amerikalı askerve sivil personel görev yapıyordu. Kaçakçı pazarlarında, İncirlik'ten çıkarılan Amerikan eşyaları satılıyor, yine Amerikalılar'ın İncirlik Tesisleri'nde, PX adındaki alışveriş merkezlerine girmek için insanlar torpil arıyordu. Adana'nın kaçakçı pazarlarında satılan Amerikan eşyaları da, bu merkezlerden çıkarılırdı. İşte, bizim tanıştığımız, tadına doyamadığımız Coca Cola'nın kaynağı da orasıydı.
Amerika Birleşik Devletleri'ne ilk defa 1950 yılında gittim. Orada da, karşıma hep Coca Cola çıkıyordu. Ayıp değil ya, bu içece- ği çok seviyordum. İşte o seyahatte dostlarıma, "Coca Cola'yı acaba Türkiye'ye getirebilir miyizş" diye sordum. Tebessümle karşılayıp, imkânsız olduğunu imâ ettiler.
Amerika seyahatim sırasında, Coca Cola ile birlikte "McDonald's"ın da varlığından haberdar oldum. Bu sandviç dükkanlarının, hemen her köşe başını işgâl ettiğini gördüm. Seyahatim sırasında, hem ziyaret, hem ticaret yapmak istiyordum. Doğrusu, elimin boş dönmesini içime sindiremeyecektim. Ama, her isteğime çevremden olumsuz cevaplar geliyordu. Acaba, hiç olmayacak işlerin peşine mi düşmüştümş Coca Cola için, "O bir dünya şirketi." diyorlar, McDonald's için ise, başka bahâneler uyduruyorlardı. Yani, Coca Cola'nın büyüklüğü sebebi ile, o şirketten temsilcilik alamayacağım vurgulanıyordu.
İstanbul'a taşındıktan sonra, sık sık Batı ülkelerine gitmeye başladım. Hem geziyor, hem de yeni iş imkânları arıyordum. O gençlik yıllarımda, biraz da sevgiden olacak, "Acaba bu Coca Cola'yı, Türkiye'de imâl edemez miyimş" diye başlayan düşüncemi unutmuş değildim. Bunun peşini bırakmayacaktım.
Demokrat Parti döneminin MillEmniyet (MİT) Başkanı General Behçet Türkmen'i, bir vesile ile tanımıştım. 27 Mayıs 1960 İhtilâli'nden sonra, her şey altüst olmuş, Behçet Paşa da emekliye ayrılıp, İstanbul'a yerleşmişti.
Bu Coca Cola işini, bir gün, Behçet Paşa'ya açtım. Kendisi, çok iyi İngilizce biliyordu. Dünyanın her yerinde dostları vardı. Amerika'da ve Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde askerataşelik yapmış olan Behçet Türkmen Paşa, her gittiği yerde sağlam dostluklar edinmişti. Paşa, işte bu dost çevresini seferber edip, Coca Cola'yı Türkiye'ye getirebilmemiz için, çalışmalara başladı.
Emekli büyükelçi İlter Türkmen'in babası olan Behçet Türkmen, Amerika'daki dostları ile yaptığı yazışmalardan sonra, Coca Cola'yı Türkiye'ye getirebileceğimizin işaretini verdi. Bu, benim için çok büyük bir fırsat ve imkândı.
İşin başında, Coca Cola üretimi için kurmuş olduğumuz limited şirketin % 95 hissesi, eniştem Tâlip Aksoy ile bana ait idi. Behçet Türkmen Paşa da, % 5'lik ortaklık payına sahipti. Bu arada, Tâlip'le bana ait olan hissenin % 35'ini kardeşim Kemal'e verdik. Daha sonra Tâlip, kalan hissesini de Kemal'e devredecekti.
1950'DE PEŞİNE DÜŞMÜŞTÜM İZNİ, BEHÇET PAŞA KOPARDI Coca Cola'nın Türkiye'de üretilmesi için, gerekli izni hükûmetten aldık. Artık düğmeye basıp, üretime geçme zamanı gelmişti. 16 Eylül 1964 tarihinde de, Türk halkını, kendi ülkesinde üretilen Coca Cola ile tanıştırdık.
Üretime geçmeden önce, İstanbul'un en büyük reklâm ajanslarından, Eli Acıman'ın sahibi olduğu Manajans'a yoğun bir reklâm kampanyası yaptırdık. Gazetelerde yayınlanan reklâmlarda, Coca Cola kapaklarının içinde 400 bin liralık çeşitli ikramiyeler olduğunu ilân edip, şişe kapaklarının içine, çok sayıda buzdolabı, radyo, plâk ve yüzbinlerce şişe bedava Coca Cola isimleri yazdırmıştık. Kapaklardan, bu isimleri bulan talihliler, sürpriz bir şekilde ikramiye kazanacaklardı. Şişesi 60 kuruştan satılacak olan Coca Cola reklâm kampanyasının adına da, "Gizli Define" demiştik.
38 YIL ÖNCE PROMOSYON YAPTIK Üretimin yapılacağı gece, bayram çocukları gibi sevinçli idik. Fabrikada, makinaların başında bekliyor, Coca Cola'nın şi- şelere dolduruluşunu, şişelerin bantlarda dolaşmasını, ardından da kasalara istif edilmesini heyecanla izliyorduk. Her kasada, 12 şişe Coca Cola vardı. Kasalar daha sonra kamyonlara yüklenip, tüketim noktalarına doğru, hızla yola çıkarılıyordu.
Üretimin başlamasından hemen sonra sevindirici haberler gelmeye başladı. Makinaların düğmesine basalı henüz 2 saat olmuştu. Kasa kasa Coca Cola taşıyan kamyonlar, yüklerini boşalttıktan sonra, yeni mal almak için hızla fabrikaya dönüyordu. Umduğumuzu, fazlasıyla bulmuştuk. Dört ortak, çok sevinçli idik. Fabrika personeli, bu sevinci bizlerle birlikte yaşıyordu. Evet, Coca Cola tutmuştu. Türk insanı, Coca Cola'yı sevmişti. Coca Cola, bizleri de sevindirmişti.
Görücü usûlüyle evliliğin resmidir 1941yılında, Boğaziçi Lisesi'ndeki öğrenimimi tamamladıktan sonra, İstanbul anılarımı bu güzelim şehirde bırakıp, Adana'ya, "Baba Ocağı"na dönmüştüm.
İstanbul'dan ayrılışımın altıncı ayında, Mahmut ağabeyimden önemli bir haber aldım. Ağabeyim, beni karşısına çekip, "Kadir, babam, senin evlenmeni istiyor. Kayseri'de, çok iyi bir ailenin kızı varmış. Kendisi, bu aileyi tanıyormuş. Düşün, ta- şın. Önümüzdeki günlerde Kayseri'ye gidip, kız tarafı ile konuşacağız." dedi.
Ağabeyimin söylediklerini, ölçüp tartmadan buna karşı çıktım. Kendisi, beni dikkatlice dinledikten sonra, şunları söyledi:
- "Kadir, babam bu konuda kararlı. Hiç itiraza gerek yok. Kayseri'ye gideceğiz, o aileyi ziyaret edeceğiz. Babamdaki bilgilere göre, kız İstanbul'da, Kanlıca'da doğup büyümüş. Aile çok iyi imiş. Göreceğin gelin adayı, Kayseri'nin ünlü ailelerinden Ali Kâmil Germirli'nin torunu, Mehmet Germirli'nin kızı imiş."
Emir büyük yerden gelmişti. Babamızın arzusu üzerine Kayseri'ye gidip, gelin adayını görecektik. Ama ilk gelen haberlerde, göreceğimiz kızın henüz 14 yaşında olduğu söyleniyordu. Önce şaşırmıştım, sonra İstanbul'da öğrencilik yıllarımda işittiğim şu güzel cümle hâtırıma geldi: "Kadınla, müziğin yaşı olmaz."
1941 yılının son günlerinde, kız görmek için, ani bir kararla ailece Adana'dan Kayseri'ye gittik.
Şimdi sizlere, 40'lı yıllardan ilginç bir sahne nakletmek istiyorum. Bu, "görücü usûlü" ile kız beğenme sahnesi. Bu sahnenin, şüphesiz başrol oyuncularından birisiyim. Rol arkadaşım da, müstakbel hayat arkadaşım Rezan Germirli. Bu oyunda, rol alan öteki sanatçılar ise, Adana'dan gelen annem, babam ve aile büyüklerimle, kız tarafının aile fertleri.
Görücü giderken, kız evinde nasıl bir davranış içerisinde bulunmam gerektiğini de bilmiyordum. İstanbul'da, o yılların ünlü terzisi İzzet Ünver'e diktirdiğim şık kıyafetlerden birisi üzerimdeydi. Saatler geçtikçe, sabrım da tükeniyordu. Aile büyüklerim, kız evinde nasıl hareket edeceğimi anlattılar. Kızı iyice süzmemi, yani inceden inceye tetkik etmemi istediler. Çünkü, bu ilk ziyarette belki de hemen söz kesme teşebbüsünde bulunabileceklerini ifade ettiler. Bana da, sıkı sıkı şu tembihatta bulundular:
KIZ GÖRMENİN İNCELİKLERİ - "Kadir, kızı beğenirsen, hareketlerinle bu durumunu belli et."
İlk defa damat adayı olmanın heyecanı içerisinde, Germirli Mehmet Beyler'in evine gittik. Bizi, geniş bir salona aldılar. Büyükler başköşeye, küçükler ise kapı önüne doğru yerleşti. Kalbim küt küt atıyordu. 14 yaşındaki gelin adayı Rezan geldi. Büyüklerin ellerinden öptü, küçüklerle tokalaştı.
Kayseri'deki âdet gereği, "kız evi"nde bizlere çok aşırı ikrâmda bulunuldu. İkrâm servisini Rezan'la birlikte kız kardeşleri yapıyordu. Rahmetli annem, gelin adayını kaynana gözüyle süzüyor, rahmetli babam da, Germirli Ailesi'nin erkekleri ile koyu bir sohbete dalıyordu. Rezan, bizlere hizmet ettikten sonra, karşımıza geçip oturuyor, ama mahcubiyet içerisinde, başını hep önüne eğiyordu. Yani Rezan'ın, beni tetkik etme özgürlüğü dahi yoktu.
Görücü evindeki kadınlar ve erkekler, hem sohbet ediyor, hem de göz ucuyla benim hareketlerimi izliyordu. Belki acemilikten, belki heyecandan, sert hareketler yapıyor, başımı ansızın yukarı doğru kaldırıyor, daha sonra aşağıya düşürüyordum. Bir an baktım, o koca salondakiler benimle birlikte başlarını bir yukarı, bir aşağı hareket ettiriyordu. Benim hareketimin amacı, Rezan'ı tepeden tırnağa incelemekti. Ben o hareketleri yaparken, aile büyükleri ise, şifre çözer gibi, benim hareketlerimden bir anlam çıkarmaya çalışıyorlardı.
Her iki ailenin büyükleri de, heyecan içinde sonucu beklemeye koyuldu. Kararımı vermiştim. Bu, şüphesiz "evet" şeklinde bir karardı. Zaten, bu kararımı hemen hareketlerime yansıtmıştım. Ciddi tavrım kayboldu. Tebessüm etmeye başladım. Sözün özü: Rezan'ı beğenmiştim.
Rahmetli babam, tez canlı idi. Benden olumlu cevabı aldıktan sonra, bu işi hemen bağlamak istiyordu. Bu arada, Rezan'dan ve Germirli Ailesi'nden de olumlu cevap geldi. Daha önce de açıkladığım gibi Rezan, henüz 14 yaşında idi. Ama, o yaştaki bir gencin nikâh masasına oturması, "Meden Kanun"a aykırı bulunuyordu.
Mutluluk yolunda, önümüze çıkan engeli nasıl aştıkş Onu da, şimdi Rezan'dan dinleyelim: "Ailelerimiz, nişanımızın, nikâhımızın ve düğünümüzün Adana'da yapılması konusunda anlaştılar. Ancak, nikâh için bir büyük engel vardı. Henüz 14 yaşında idim. MedenKanun'a göre, resmnikâhımın kıyılması mümkün değildi. Tabii, o günün şartlarında bunların hiçbirisini bilmiyordum; ama bir gün babam, elimden tuttu, beni bir yerlere götürdü. Gittiğimiz yer, mahkeme binasıymış. Daha dün gibi hatırlıyorum; üstümde kukuletalı mavi bir palto vardı. Babamın yanında durdum. Babam, hâkimle bir şeyler konuşuyordu. Sonra, mahkeme binasından çıktık.
Aradan yıllar geçti, aklım herşeye ermeye başladı. Bu mahkeme faslını, rahmetli babama sordum. O da gerçekleri anlattı. Hâkim huzuruna çıktığım gün 14 ya- şındaydım; ama, nikâh defterine imza atmak için 18 yaşında olmak gerekiyormuş. Hâkime durum anlatılmış. O da anlayışla karşılamış ama, babama şu sözleri de söylemiş: 'Mehmet Bey, yazık, çok yazık. Bu çocuğu niçin erken evlendiriyorsunuz' Evet, bu maceradan sonra Nikâhımız 14 Nisan 1942 tarihinde Adana'da kıyıldı."
|