|
|
Cevap hakkına cevap
Bu köşe muhataplarının cevap hakkına saygı gösterir. Çünkü köşeler, aslında sağlıklı bir fikir tartışmasının günümüzdeki en önemli araçlarından biridir. Bu köşede, 23 Ocak 2007'de İstanbul Üniversitesi Rektörü Mesut Parlak'a yönelik "ağır bir eleştiri" yayınlandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ile yerleşmiş olan "ağır eleştiri" toplumsal konumu nedeniyle farklı bir sorumluluk üstlenen kişilerin söz ve eylemlerine yönelik bir değerlendirmedir. AİHM, ağır eleştiri kavramını ifade özgürlüğü kapsamında görür ve bu özgürlüğü sadece kabul gören, zararsız ve kayıtsızlık içeren bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici fikirler için de kabul eder. Mesut Parlak, Hrant Dink cinayetinin ardından Sabah gazetesine bir röportaj vermiş ve röportajında Orhan Pamuk ile Yaşar Kemal'in İstanbul Üniversitesi'nde ders veremeyeceğini söylemiştir. Sözü geçen iki isim Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli iki edebiyatçımızdır. Pamuk Nobel Ödülü alarak bu başarısını taçlandırmış, Kemal ise Türk edebiyatının dünyada tanınmasına büyük katkıda bulunmuştur. Edebiyat dünyamızın giderek kısırlaştığı, iyi edebiyatçı ile çok satan kavramının birbirine girdiği coğrafyamızda bu iki ismin el üstünde tutulması gereken insanlar olduğu inancındayım. Rektör, yukarıda okuduğunuz cevabında bugün de aynı görüşlerinin arkasında olduğunu savunmakta ve "Atatürk ilkeleri, Cumhuriyet kazanımları, laik demokratik cumhuriyet ve ulusal bütünlüğe karşı, bölücü görüşleri" fikir özgürlüğü kapsamında görmediğini söylemektedir. Bunu söylerken de bir bakıma adı geçen iki usta yazarı bu kapsamda gördüğünü ima etmektedir. Üstelik bu sözleri söylediği günler, Türkiye'de farklı düşünen, farklı görüş dile getiren aydınların listelere alındığı ve içlerinden Hrant Dink'in infaz edildiği bir ortama denk gelmiştir. Yani bu iki isim "bölücü fikir"lerin savunucusu olarak adeta hedef gösterilmiştir. Rektör bize kimleri bu kapsamda görmediğini ve göreve geldiğinden bu yana üniversitede kimlerin konferans ve seminer verdiğini açıklarsa memnun oluruz. Önümüze çok ilginç bir liste geleceğinden hiç kuşkum yok. İkincisi üniversite rektörün babasının malı değildir. Üniversite, fikir özgürlüğünün tarlasıdır. Fikrin içeriğine "etiket" koyma ise başta Rektör olmak üzere hiç kimsenin haddi değildir. Öyle olsaydı, bugün Amerika'nın en muhalif isimlerinden olan Noam Chomsky'ye ülkedeki bütün üniversitelerin kapısını kapatması gerekirdi. İstanbul Üniversitesi Rektörü, 21. yüzyılın bir bilim kuruluşunun yöneticisi gibi davranmak zorundadır. Oysa biraz bilimden ve üniversite tarihinden haberi olsaydı, kendini devletin bekçisi değil, bir bilim adamı gibi görseydi, bu tavrı ortaya koyamazdı. Belki kendisini aydınlatır diye tarihten bir örnek vereyim. Martin Luther, Papalığa karşı görüşleriyle öne çıkınca Papa kendisine savaş açar. Önce aforoz eder. Sonra Vatikan'a çağırır. Luther gitmez, Saksonya Dükü III. Frederick'e sığınır ve Erfurt Üniversitesi'nde ders vermeye başlar. Papa, üniversiteden atılması için çok uğraşır ama üniversite yönetimi bilim özgürlüğünden yana tavır alır ve karara uymaz. Çünkü üniversite özgür fikrin kalesidir. Kapıda bir bekçi edasıyla durur ve fikirlere sansür uygularsanız, hür fikirle nesiller değil, papağanlar yetiştirirsiniz. O papağanlar ise yeni bir şey üretmez, ezberindeki bilgiyi tekrarlar. Demokratik bir ülkede fikri gelişimi öldüren bu ezberdir. Bırakınız ezberler bozulsun.
|