|
|
Hıncal Ağabey'in kapısı ve yapayalnız ölümler
Pazartesi günü iki ölüm haberi aldım. Biri Hıncal Ağabey'in kapısının önünden geçerken Yasemin'den, diğeri Milliyet'in internet sitesinden... Hıncal Ağabey'in arkadaşı Orhan Mizanoğlu'nu ismen tanırdım, Ayvalık'ta ölen Şekerci Faruk'u ise hiç tanımam. Orhan Bey'in vefat ettiğini, sabah eve gelen temizlikçi haber vermiş. Şekerci Faruk'un ölümü sayım memurları ve muhtarın inatlı takibiyle ortaya çıkmış. Öldükten iki yıl sonra eve giren polisler ayaklarında yün çoraplar olan bir iskelet bulmuşlar. Şeklen benzetmek mümkün olsa bile bu iki 'yalnız ölüm' arasında dağlar kadar fark var. Birinin kapısını iki yıl kimseler çalmamış. Orhan Bey'in durumu tam aksi... Hıncal Ağabey "Bizimle keyifliydi ama o kadar, sonra kaçar evine yalnızlığına dönerdi, bilirdik. Ölesi yalnızlığına..." cümlesini yazmış. Birinde koyu bir yalnızlık var, diğerinde kalabalıklar arasında yalnız olma tercihi... Hangisi daha zor sorusuna yanıt veremem ama yüreğim kalabalıklar arasında yalnız olmanın hiç de kolay olmadığını söylüyor. Hıncal Ağabey "Sanki hep bekliyordu" diye yazmış. Anahtar cümle bu olsa gerek. Burada herhangi birini değil, sadece birini beklemekten söz ediliyor. Yalnız biri için kendisini arayıp soran herkes değerlidir. Yalnızlığı tercih eden için ise arayıp soranlar da zaman zaman ıstırap verici olabilir. Çünkü her telefon, her mesaj sesi, her kapı zili "Acaba o mu?" sorusu ve umudunu taşır. Bir günde kaç hayal ve kaç hayal kırıklığı düşünsenize... Koyu yalnızlık hayatla poker oynarken rest çekip kaybetmeye benzer. Kalabalıklar arasındaki yalnızlık tercihi ise Rus ruletine. 'Hep beklemek' zaman zaman yenilgiye uğratılabilen bir duygudur. Bu zafer ansızın olmaz. İltihaplı bir yaranın patlamadan önce zonklaması, uyuşmuş bir bacağın çözülmeden önce karıncalanması gibi evreler gerekir. Sonra birden geçtiğinin farkına varırsınız. Hayat bir göl değil, nehirdir. Doğanın kanunu bu, nehirler hep akarlar. Şekerci Faruk'un hayatı göle dönmüş diyebiliriz. Orhan Mizanoğlu için yapılabilecek tanımlama ise 'akıntının aksi istikametine yürüyen biri.' Tüm pazartesi gecesini bu iki ölüm üzerine düşünerek geçirdim. Haddim olmasa da zaman zaman hangisi daha acı diye düşündüm. Aradığım cevabı uzun zamandır dinlemediğim bir Candan Erçetin şarkısında buldum: "Yalnızlığa elbet alışır bedenim, sensizlik benim canımı acıtan..."
|