| |
Osmanlı'da oyun bitmez ama bu arada Osmanlı biter...
Türkiye'nin çözüm bekleyen ve toplumda huzursuzluk yaratan ana sorunları belli. Bunlardan bazıları bu coğrafyaya özgü yapısal ve kronikleşmiş sorunlar. Bazıları da yurttaki ve dünyadaki değişimin getirdiği güncel sorunlar. Örneğin "Laiklik" ilkesi üzerinde hala bir ortak tanımda uzlaşma sağlanamamasının nedenleri arasında, herhalde Ortadoğu'ya özgü sosyopolitik yapının katkısı da var. Örneğin biz dini, devlet ve toplum yaşamının düzenleyicisi olmaktan çıkartmayı laiklik olarak kabul etmeye çalışıyoruz. Buna karşı bu coğrafyada hem din devletleri var, hem yanı başımızda mezhep kavgaları iç savaşa dönüşmekte, hem de Siyasi İslam geniş kitleler tarafından antiBatı bir siyasal ideoloji olarak benimseniyor. Bu coğrafyanın gerçekleri irdelendiği zaman Türkiye'de laikliğin geniş kitleler tarafından benimsenmesi, adeta bir mucize. Neticede savaşlar sonunda çizilen siyasi sınırlar, tarihin, coğrafyanın ve sosyolojinin birbirlerine mahkum ettiği toplumları, bir anda birbirlerinden farklı kılamıyor. Unutmayalım ki, bugün dünya çapında krizlerin kaynakları olan bütün sorunların bulunduğu tüm Ortadoğu, 1920'lere kadar Osmanlı toprakları içindeydi.
AKIL VE UZLAŞMA Yani mesela Türkiye'deki laiklik konusunu benimsemiş kitleleri , "Ben daha laikim" benzeri kışkırtmalara hedef kılmak çok akılcı bir davranış değil. Akıllı ve bilinçli siyasetçiler, laikliği günlük siyasetin sakızı haline getirmek yerine, laikliği farklı kesimlerin de asgari müştereki kılan demokratik uzlaşmaları ön plana çıkartmalıdırlar. Değişimin getirdiği güncel sorunlar arasında ise, öncelikle hızla büyüyen kentlerin asayiş ve trafik darboğazları var. Bunlara akılcı ve dünyalı çözümler üretmek mümkün. Buna karşı, eğer siz kentleşmeye karşı tutumlar seslendirirseniz, Türkiye'nin köylü kalmasını savunursanız ve değişimin yansımalarından günlük siyasetin kavgalarını üretmeye çalışırsanız, bu yanlış olur. Örneğin trafikte sadece kurallara uyulması, darboğazı aşmaya yetmez. Yeni yollar, yeni Boğaz köprüleri, kitle taşıma sistemleri, otoparklar yapılmadan, kurallara uysanız da bu, artan araçların rahatça akışını sağlayamaz. Türkiye'nin özlediği demokratik siyaset, partilerin bu gibi sorunlara somut çözümler ürettiği ve seçmenlerin "Bunlardan hangisi daha iyi hizmet sunar" arayışında oy kullandığı bir düzeni içeriyor. Oysa genel olarak siyaset, rakip partilerin kendi yapacaklarının değil, diğerlerinin ve özellikle iktidarların yaptıklarının kötülenmesine kilitlenmiş durumda. Bu bazen kişilerin karalanıp yıpratılması, bazen de rakiplerin "Hain" veya "Rejim düşmanı" şeklinde suçlanmasına dayanıyor. Bu arada kabak tadı veren bir diğer siyasi söylem de "Nasıl olsa Silahlı Kuvvetler var" imasını içermekte.
ÇOCUKLUK HASTALIKLARI Yaklaşan Cumhurbaşkanı seçimi Türk demokrasisinin bu tür çocukluk hastalıklarının daha yüksek ateşle sergilenmesine neden olmakta. Seçim günü yaklaştıkça bu ateşin daha yükseleceğini söylemek, herhalde yanlış olmaz. Tabii ki yerleşik bir demokrasiyi, Batı'nın gelişmiş ülkelerindeki gibi bütün temel öğeleri ile yerleşik hale getirmek zaman alacaktır. Bu süreci hızlandıracak araçlardan biri olan "Kopenhag Kriterleri'ne uyum" un bile bazı kesimler ve statüko tarafından "Teslimiyetçilik" biçiminde algılanması, tam demokratikleşmenin uzun zaman alacağının kanıtı değil midir? Türkiye'de etkin kesimlerin hala "Demokrasi" yi "Cumhuriyet" in tehdidi olarak gördükleri, "Hukukun Üstünlüğü" nün ülke bütünlüğünü tehdit edeceğini düşündükleri ve "Halk" ın "Rejim" in karşısındaki tehdit olduğuna inandıkları inkar edilmez bir gerçektir. Burada en fazla dikkatli davranmaları gerekenler demokrasinin vazgeçilmez öğeleri olan "Siyasi partiler" ve "Siyasetçiler" dir.
OSMANLI BİTER İktidar kavgasını, siyaset rantının paylaşımı biçiminde topluma sunan demokrasi karşıtları bu toplumda zaten fazlasıyla var. Rakip siyasetçilerin birbirleri hakkındaki suçlamaları, geçmişte de bugün de demokrasiye tümden karşı olan kesimler ve güçler tarafından kullanıldı, kullanılıyor. Siyasi söylemlerinde ölçüyü kaçırıp rakiplerini kural dışı ifadelerle suçlayanların söylemleri, bumerang gibi bu söylemlerin sahiplerini de vurmadı mı askeri müdahalelerde? Bugün Tayyip Erdoğan'ı "Rejimin tehdidi" biçiminde sunmaya çalışan Deniz Baykal da, 12 Eylül Rejimi'nde siyasi yasaklı bir rejim düşmanı değil miydi? 1980 öncesinde birbirlerini en ağır ifadelerle yıpratan Demirel ve Ecevit, hem Adalet Partisi'nin, hem CHP'nin kapatıldığını görmediler mi? Özetle kimse burada Ortadoğu coğrafyasının bütün özelliklerinin de bulunduğunu unutmamalılar. Dün "Osmanlı'da oyun bitmez" sözünü hatırlatmıştım. Bir sayın okuyucum (Necdet Emek) bu deyişe bilgece katkıda bulunmuş ve şöyle demiş: - Osmanlı' da oyun bitmez ama Osmanlı biter. Karşılıklı oyunlarla birbirlerini yok etmeye çalışanların, aslında bir büyük bütünü yok etmeleri ihtimalini de düşünmelerini diliyoruz.
|