Dönem biterken
Siyasetle ilgilenenler cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmiş, bu seçimin krize yol açmadan nasıl atlatılacağını tartışırken Türkiye, cumhurbaşkanlığı makamından kaynaklanan bir krizin içine giriverdi. Cumhurbaşkanı Sezer, Dışişleri Bakanlığı'nın beş müsteşar yardımcısının kararnamesini imzalamayarak geri gönderdi. Kararnameyi neden imzalamadığının gerekçelerini de açıklamadı. Bu şekilde hem Bakanlığı zor durumda bıraktı, hem de Türkiye'de giderek akut bir hal alan kurumlar arası uyumsuzluğun uç bir örneğini sergiledi. Asık yüzlü olmakla ciddiyetin birbirine pek sık karıştırıldığı bir ülkede, Cumhurbaşkanı'nın tasarrufu Türkiye'deki devlet ciddiyetinin sorgulanmasına kadar varacak bir kuşkuyu da yerli ve yabancı gözlemcilerin zihnine yerleşti. Açıkçası Türkiye bir kez daha mahcup oldu. Cumhurbaşkanı Sezer'in bu tasarrufunun nedenleri üzerinde çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Bunların çoğu, insana "şuyuu (söylentisi) vukuundan (gerçekleşmesinden) beterdir" deyişini hatırlatacak kıvamda. Bu şekilde Türkiye'nin dış politikada hayli hareketli olduğu bir dönemde yalnızca Bakanlık yıpranmadı. Millet adına bu politikaları şekillendirmek ve uygulamakla yükümlü üst düzey yöneticilerin liyakat ve otoriteleri üzerine de gereksiz bir gölge düşürüldü.
Ne ölçüde cumhurun başkanı Cumhurbaşkanı Sezer'in yedi yıllık görev süresinin değerlendirilmesine başlanmasında aslında yarar var. Cumhurbaşkanı Sezer gösterişsiz yaşantısı, sadeliği ve trafik ışıklarında durarak ev alışverişini eşiyle birlikte yapması nedeniyle toplumun bir kesiminden saygı gördü . Özellikle Özal ve Demirel dönemlerinin hareketliliğinden ve şatafatından, aile ilişkilerinden yorulmuş bir topluma bu sadelik hayli rahatlatıcı ve dinlendirici gelmişti. Yerleşik çıkarlara karşı döneminin başında koyduğu tavır da topluma hayli çekici gelmişti. Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak yaptığı konuşmalarda verdiği mesajlarda özgürlükler, haklar ve hukuk devletine vurgu yapması bu konuları önemseyenler açısından heyecanla karşılanmıştı. Laiklik ilkesi çerçevesinde hükümetin önündeki son engel olarak görüldüğü için bu konuda kaygı taşıyan toplum kesimlerinde ve kurumlarda Cumhurbaşkanı Sezer'in popülaritesi yüksek oldu. Ancak geriye dönüp bakıldığında Ahmet Necdet Sezer'in ne ölçüde cumhurun başkanı olduğu sorusunu da sormak gerekiyor.
Bütünleştirici olamadı Burada topluma genelde mesafeli davranmasından veya sosyalleşmeyi sevmemesinden öteye giden bir durum var. Cumhurbaşkanı Sezer'in görev dönemi içinde dünyada ve Türkiye'de çok ciddi krizler yaşandı. Cumhurbaşkanı'nın da tetiklenmesinde pay sahibi olduğu 2001 krizi, 11 Eylül saldırıları, Afganistan ve Irak savaşları yaşandı, son dönemde Hrant Dink cinayeti işlendi. Tüm bu krizlerde veya önemli dönüm noktalarında Cumhurbaşkanı, toplumu yatıştıracak, yaşanılan olayları onlar adına sükunetle yorumlayacak, kutuplaşmaları önleyecek bir tutum içine girmedi. Çağdaş demokrasilerde özellikle tarafsız başkanlardan beklenen şekilde bütünleştirici, toplumu kucaklayıcı bir profil sergilemedi. Sarsıntılı dönemlerde rahatlatıcı bir söylemle, veya o makamdan bekleneceği şekilde şefkatle topluma eğilmedi. Toplumda var olan fay hatlarını derinleştirecek tutumları benimsedi . Türkiye'nin önümüzdeki dönemde bir yandan dünyadaki, özellikle de bölgedeki, köklü değişimi doğru değerlendirecek, diğer yandan da ülkedeki kutuplaşmayı körüklemeyecek bir cumhurbaşkanına ihtiyacı var. Son tahlilde cumhurbaşkanlığı kurumlar arası uyumun sağlandığı yer olmalıdır. Kararname örneğinde tanık olunduğu gibi kurumlar arası krizlerin kaynağı değil.
|