Sarı gelin ve ah Tamara!
Hani yazmıştım ya... Küçücük bir çocukken okulumuza gelen komşumuz genç bir öğretmenin odasının demirli penceresinden gökyüzünü seyretmesi vardı ya... Hani: Komşuların "Gavur öğretmen,'' dediği bu genç öğretmen, bana gerçek hayatı öğreten öğretmenimdi ya... İşte ben o öğretmeni çok sevmiştim. O da beni! Penceresinin kenarına her geldiğimde, bilmediğim her şeyi soruyordum. O da bıkmadan anlatıyordu. O bir gün evinden dışarı çıktı! Saçlarımı okşadı, eğildi ve yanağıma bir öpücük kondurdu, elinde küçücük valizi ile gitti! Anneme sordum; "O, bir daha dönmeyecek oğlum," dedi. "O gitti, dönmeyecek," sözü dünyamı kararttı. Bir arkadaşı, bir ağabeyi, bir öğretmeni kaybetmiştim. İşte bu ayrılık duygusunu Hrant Dink'in vurulduğu an, bir daha hissettim. O anı bir daha yaşadım. O gitti bir daha geri dönmeyecek. Kim mi o? Çocukken benim öğretmenim gibi biri olan Hrant Dink! Şimdi ben: Seçkin dostum Raffi Portakal'ın yüzüne nasıl bakacağım? Şimdi ben: Beşiktaş tribünlerini yönetmesi için Vali Muammer Güler'e kefil olduğum ve çok değer verdiğim Alen Markaryan'a ne diyeceğim? Ama bu pazar, Beşiktaş maçında boyunlarına sarılacağım. Galiba böylesi en güzeli olacak. Büyük acıları ölümüne sevdiğimiz Beşiktaş sevgisi bitirecek. Hayır, hayır. Asla hayır! Şimdi ise aşktan, sevgiden, dostluktan bahsedeceğim. "Hepimiz önce insanız," diyeceğim. "Hepimiz sevgi ve aşkın adamıyız," diyeceğim. "Hepimiz ve herkes buna inanmalı," diyeceğim. Geçmişte yaşanan acıları ben unuttum. Biliyorum ki dostlarım da unuttu. Sizlere bir ayrılık, bir de ölümden söz edeceğim. Daha önemlisi, sizlere iki ayrı ülke iki ayrı kültürün ayırdığı aşktan söz edeceğim. Sarı gelin türküsündeki ayrılıktan... Ah Tamara Adası'ndaki ölümden bahsedeceğim. Hani canım, bir Türk subayı ile sarı saçlı bir Ermeni kızının büyük aşkını anlatan o şarkı, aslında hüzün ve ayrılığı anlatıyor! İki aşığın ayrılmasını anlatan bu öyküler, hep hüzünlendirir mi? Hiç mutlu biten aşk yok mu? Maalesef yok efendim, yoook! Büyük aşklar, hep hüzünle biter. Benim içimi kanatan aşk ise sonu ölümle biten aşktır! Van'a ilk gittiğimde gölün kenarında güneşin batışını izlerken gençlerden birine sordum; "Gurban," dedim, "bu kale nedir?'' Birisi "Akdamar Adası. Üzerindeki yapı kale değil kilise," dedi. Gençlerden biri düzeltti. "Ağam," dedi, "o adanın ismi Ak Damar değil, Ah Tamara Adası!" Sonra hüzünlü bir aşk hikâyesini anlattı. Ölümle biten iki sevgilinin kavuşamadığı hikâye: Bir Türk genci ile kilisenin papazının kızı Tamara birbirlerine âşık olmuşlar. Türk genci her gece adaya yüzerek gelirmiş. Genç kız da sevgilisine elindeki Feneri sallayarak yol gösterirmiş. Bir gece... Bu evliliğe karşı çıkan baba, kızını kaleye hapsetmiş. Sonra da sandala binmiş ve açılmış. Kürekleri çekip adadan uzaklaşırken bir yandan da elindeki feneri de sürekli sallamaya başlamış. Yüzmekten yorulan genç yorgunluktan gölün derinliklerinde öyle bir "Ah!....Tamara.." diye haykırmış ki... O günden sonra o yapının ismi Ah Tamara olmuş. Gençler, bazı geceler gölden, "Ah Tamara...'' çığlığının duyulduğunu söylediler. Mesaj: Bu ada ve kilise onarıldı. Çok yakında açılışı yapılacak. Sevenler ve buluşamayan iki âşık adına rica ediyorum: Bu büyük aşkın hatırası adına lütfen! Ada tekrar o büyük aşkı yaşatan o ismine dönsün. Yani Ah Tamara Adası ismine kavuşsun. Lütfen! Bu iki büyük aşkı yazdım ya, hadi siyasi ve sosyal kültürel laf edeyim: Bu iki aşk, mutlu sonla bitse ne olurdu? Sevgi ve aşkın her sorunu çözeceğine inanan biri olarak bir değil bin kez, "Ah Tamara...!" diye haykırıyorum.
|