Alaturkanın cazgırı
"Cazgır" ın ne olduğunu herhalde bilirsiniz: Hani dükkân sahipleri yoldan geçenlerin içeri girip birşeyler almalarını sağlamak için kapının önüne birini diker ve "Buyrun, buyrun!" diye avaz avaz bağırtıp müşteri kapmaya çalışırlar ya, işte dükkânın girişinde çığırtkanlık yapana cazgır derler. Popstar Alaturka'da adına jüri denen ama alaturka müzikten zerre kadar nasibini almamış seçmece kalabalığın reyting maksatlı cazgırlığını iri bir "hanımefendi" yapıyor ve karşısına "yarışmacı" diye dizilen acemilere ahkâm kesiyor: "Si bemolü pes bastın! Kürdi perdesi öyle kullanılmaz! Musikimizin sesleri gayet hassastır, böyle hatalara gelmeeeez!.." Dinleyenler ve izleyenler "Hanımefendi" nin musiki otoritesi havalarına bürünmesine bakıp onu hakikaten otorite zannedebilirler diye peşinen söyleyeyim: Otoritelikle yahut üstadlıkla uzaktan yakından bir alâkası yoktur; sıradan bile sayılmaması gereken gayet kötü bir icracıdır. "Hanımefendi" nin üstad olduğu iddialarına kadar uzanan musiki macerasının geçmişine şöyle bir bakalım: Münir Nureddin ve Safiye Ayla ile onların yolundaki ciddi sanatçıların hâkim olduğu Türk Müziği icrasında, 1950'lerin ortalarına doğru, sosyal hayattaki değişikliklerin de etkisiyle bir kalite düşüşü başladı. Bir yanda ses ve tavır, diğer yanda da sahnedeki hareketler değişti ve öncülüğü Müzeyyen Senar ile Zeki Müren yaptılar. Müzeyyen Senar' ın hareketi müziğin önüne geçirerek başlattığı değişime Zeki Müren önce sesiyle, sonraki senelerde de giyimiyle, kuşamıyla ve davranışlarıyla katıldı. Müren' in cinsiyet özelliği taşımayan sesi ile ciddi bir icra asla mümkün olamazdı ama senelerce devam eden son derece başarılı bir reklam faaliyeti sayesinde bir sanat güneşi yaratıldı!
Kötü para, iyi parayı kovdu Türk Müziği'ne artık ekonominin meşhur Gresham Kanunu, yani "kötü para iyi parayı kovar" kuralı hâkimdi. Klasik okuyuş, gazino tavrının karşısında değişti, bozuldu ve müziğe piyasa üslubu hâkim oldu. Bir eserin "okunması gerektiği perdeden icrası" kuralı tamamen unutuldu, sahneye her çıkana sanatçı dendiği için hangi perdeden okuduğuna dikkat bile edilmedi ve özellikle kadın sesleri gittikçe kalınlaştı. Sahnede artık önce görüntü, sonra da hakimiyet aranıyordu; ses ve müzik ise sıralamanın en sonundaydı, hattâ yoktu. Derken 1970'lere gelindi ve "hanımefendi" ortaya çıktı! O senelerde henüz "hanımefendi" değil, "delikanlı" idi; Zeki Müren örneğindeki gibi belirsiz bir sesi vardı ve tek özelliği Müzeyyen Senar' ın genç versiyonu olması, o tavırda, haykırarak okumasıydı. İlk göründüğü yıllarda Itri' nin Segâh Yürük Semaii'ni icra ediyordu ve gerçek icrayı çoktan unutmuş olan ortalama seyirci, bu eser sayesinde delikanlının klasikçi olduğunu zannetti.
Şarkı söylemiyor, bağırıyor Sonraki yıllarda geçirdiği mâlum ameliyat ve giriştiği cinsiyet mücadelesi müziğinin önüne geçti. Artık "Hanımefendi" olan sabık delikanlı sanatıyla değil, nüfus kâğıdının rengiyle, ilişkileriyle ve halü tavrıyla meşhurdu. Münir Nureddin' in "Aziz Istanbul" unu katletmesi sanatının zirvesi kabul ediliyor, TV'deki bir açık oturumda Abdülkadiri Meragi' nin "Amed nesimi subhdem" ini neredeyse bir oktav aşağıdan okumaya kalkışıp eseri konservatuvar birinci sınıf öğrencisinin icrasından beter hâle getirmesi de "Vallahi, bravo. En baba klasikçiler bile bu kadar okuyamaz" diye takdir görüyordu. Şimdi, "hanımefendi" nin bugünkü icracılığını ve üstadlığını birkaç cümleyle özetleyeyim: "Hanımefendi" eser falan okumaz, okuduğu iddiasıyla sadece bağırır! Sesi yoktur ve gittikçe kalınlaştığı için tiz perdelere çıkamaz, o perdelere gelince haykırır. Klasik eserleri icra edemez, sadece kötü bir şekilde deşifreye çalışır. Nazariyat konusunda teknik terimlerle süsleyerek söyledikleri en amatör müzisyenin bilgi düzeyinde, İstanbul lehcesine ve Osmanlıca'ya hakimiyeti ise, kalın k yani kaf harfiyle yazılan halk kelimesinin "l" sini ve "k" sını incelterek telâffuza kalkışma seviyesindedir! "Hanımefendi", sanatta sahip olamadıklarını davranışlarıyla ve kılıkkıyafetiyle örtmeye çalışmış ve bir kesimi ikna etmeyi de maalesef başarmıştır. Sözün kısası, Türk Müziği'ne hiçbirşey vermemiş ama ondan çok şeyler götürmüştür!
|