İçim döküldü!
Rahmetli büyük dedem gazeteciydi, yazardı. Rahmetli dedem de öyle. Cumhuriyet devrinin ilk matbuat umum müdürlükleri, Çankaya'da daha sonra Latife Hanım'a kızıp (orada bile boyun eğmeyip) bıraktığı görevi ile hep sürdürdüğü öğretmenlik de cabası. Rahmetli babam da gazeteciydi, radyoda da maç anlatırdı. Rahmetli halam da gazeteciydi. TRT'ciler özellikle hatırlar. Bu insanlar, Osmanlı'da ilk gazeteler çıktığından beri, Namık Kemal sürgüne giderken gazetesini büyük dedeme emanet ettiğinden beri, Serveti Fünun doğduğundan beri... Hep matbuatla, gazeteyle, yazıyla haşir neşirdi; genimiz, kanımız çekti herhalde.
Büyük dedem varlıklı imiş. Dedem öyle bir ortamda büyümüş. Kardeşlerinin ölümünü de orada görmüş. Ben, Bağlarbaşı'nda kiralık bir dairede doğdum. Ben orada doğmadan hemen önce dedem otel odasında kalırmış; öyle ölmüştü. Dedeler yoktu; onlardan kalan bir şey de yoktu. Bana gelene kadar, bu insanlar, yazı, gazetecilik hayatlarında bir şey kazanmamış, tam tersine, belki biraz da umursamayarak, savurarak, var olanı da kaybetmişlerdi. Ne ki, bilenler biliyor, hiç boyun eğmemişlerdi. Osmanlı'da da, Cumhuriyet'te de. Tek partide de, çok partide de. İsimleri ve onurları ile meslekleri, bir de her kuşak talebelik, muallimlik yaptıkları mektepte öğrencilik bize miras kalmıştı, nasip olmuştu. Gazeteci babam öldüğünde 6 yaşımdaydım; çalıştığı yılların çoğu sigortada görünmediği için, zar zor bir dul ve yetim maaşı bağlanmıştı. "Dul" unki kiraya gidiyor, "yetim" inki ise şükür yetiyordu. Neyse ki, babamın ölmeden son rüyası, "Basınköy gazeteci kooperatifi" bitiyordu. Babam ona, o babama yetişemediyse de daire(miz) bize çok büyük, sobalı odası sımsıcak gelmişti. Annem memuriyete döndü; leyli meccaniydim filan. Basınköy'de çoluk çocuk tanıdığım, kimi artık aramızda olmayan, kimi yaşlanan, kimi ise çocukken şimdi büyük gazeteci olan meslektaşların hiçbirinde büyük bir servet görmedim. Durumu daha iyileşenler oluyordu elbette. Bir kısmı taşınıyordu o zaman. Bizim de daha iyileşmişti. Yıllar geçmişti.
Meslekte 30'uncu yılıma yaklaşıyorum. Lise çağından beri çalışırım; Kuşadası'nda kuyumcu, şucu bucu yanında; 18'imdeki ilk sigortalı işim kiralık oto şirketinde şoförlük, üniversitedeyken sendikacılık, belediyecilik, Anadolu'nun dört yanı vesaire; 30 seneyi geçmiş zaten. İyi bir liseden, iyi bir üniversiteden diploma. Nasıl deniyor; "iki yabancı dil"! Muhabirlik, 25'imde servis şefliği, 29'umda yazı işleri müdürlüğü, 35'imde genel yayın yönetmenliği ve onu bıraktıktan sonra yıllardır Dipsiz Kuyu. 6, 7 yıl üniversitede dersler. Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Söz, Hürriyet, yine Milliyet, Star, Sabah. Ve çok şükür, işsiz kaldığım da oldu ama, bu meslek bana Türkiye koşulları üstünde ücret ve imkan sağladı. Manevi hazzı müthişti zaten; maddi açıdan da fazlasıyla şükrettim. Çok şükür ki hiç ezilmedim; kendimi ezdirmedim, umarım kimseyi de açıkça ezmemişimdir. Ama, ne bir şey başıyken, ne bir yerden bir yere giderken "64 bin dolar aylık 'ücret', 3 milyon dolar transfer" gördüm. Ne kendim gördüm, ne bir başkasına verildiği yerde yönetici oldum. Bunlar çok anormal rakamlardı. Çok çok anormal. Çok çok mal.
Ve bu paralarla normal şeylerin olması, normal gazetecilik yapılması imkansızdı. Medyaya patron olarak adım attıklarında, çok değerli gazetecilerle "iş arkadaşı" olan sermayedarların bir kısmı da, bu kadarını bilmezdi bir zamanlar. Sonra; Baktılar ki, bu tür adamlar da "bir nevi sermaye" dir; bastırdılar parayı, buldular karayı. Medya kuruluşu satın alırken; sarı gazeteci yapıp patron boyası, fırçası olarak kullanmak üzere "adam da aldılar". Ekmekler biraz böyle bozuldu. Yazı işleri, yani mutfaklar da. Tabii size çıkan yemekler de. Bu paralar hiçbir yazının, hiçbir gazetecilik faaliyeti ve becerisinin, hiçbir medya yöneticiliğinin karşılığı olamaz. Bunlar karşılıksız, bunlar kalp, bunlar kalpsiz paralardır! Tetikçilik, fedailik, yardakçılık, iş takipçiliği, yalakalık, aracılık, altta kalanı ezmecilik, paravanlık, iktidarlarla, iş dünyasıyla, reklamcıyla ense tokat yahut tekme tokat pozisyonlar için verilen paralardır. Patronların bu tür adamlar marifetiyle, çalışanları, gazeteciliği, demokrasiyi; hatta kendilerini, piyasacıklarını, rejimciklerini de zehirlemesidir. "Emeğe saygı" duyacaksanız; hakiki emekçiler, az vasıflısı, çok vasıflısı, ama namuslusu yeterince vardır hepinizin oralarda!
|