| |
Kelimeler aşkta da siyasette de kifayetsiz kalabilir...
Bazı söylemlerin sadece aşk için geçerli olduğu varsayılır. Örneğin "Kelimelerin kifayetsiz kalması"nı da Orhan Veli'nin "Anlatamıyorum"undan öğrenmedik mi? "Ağlasam sesimi duyar mısınız, mısralarımda; dokunabilir misiniz, gözyaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, kelimelerinse kifayetsiz olduğunu bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; her şeyi söylemek mümkün; epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; anlatamıyorum."
BU BİR SOYKIRIMDIR Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu'nun ATO'da düzenlenen Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu (BASK) 2. Olağan Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, "Bu ülkenin bir numaralı önceliği vatana ihanet halindeki bu hükümetten kurtulmaktır. Bu durumun demokratik yollardan kazanılması hepimizin görevidir" diye konuştuğunu duyunca, kelimelerin bazen siyasette de kifayetsiz kaldığı gerçeğini yine hatırladım. Daha önce de bu sütunda yazmıştım. Rahmetli Turan Güneş, 1950 seçimleri kampanyasında, Kandıralı bir Demokrat Partili'nin İsmet İnönü için "İsmet Paşa asker kaçağıdır" diye konuştuğunu duyunca şaşırıp, sorar. -İnönü için hem "Paşa" hem de "Asker kaçağı" diyorsun. Olur mu böyle şey? Kandıralı Demokrat güler ve "Ne yapayım. İnönü'yü sevmiyorum. Uzun uzun bunu anlatmak yerine kısaca ona asker kaçağı diyorum" cevabını verir. Bunun gibi 1980'lerin sonundaki bir Trakya gezisinde de, rahmetli Aydın Güven Gürkan, ayçiçeği alım fiyatlarının düşük olmasının sorumlusu olarak Özal Hükümeti'ni suçlarken, eleştirel kelimelerin sonunda kifayetsiz kalması üzerine "Ayçiçeği fiyatlarının bu kadar düşük olması bir soykırımdır" deyivermişti.
VATANA İHANET Genç kuşaktan bir siyasetçi olan Erkan Mumcu'nun da toplumsal belleğimizde sayısız örneği bulunan "Kelimelerin kifayetsiz kalması" durumuna düşüp, "Vatana ihanet halinde bulunan bu hükümet" diye konuşması, beni düşündürdü. Yanılmıyorsam Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan da bu duruma düştüğü bir konuşmasında, Başbakan Erdoğan için "Allahsız adam" deyivermişti. Burada unutulmaması gereken bir nokta var. Sivil siyasetçilerin birbirleri hakkında kelime bulamamaktan ötürü söyledikleri benzer suçlamaları, demokrasiyi zaten bir nevi "İhanet" olarak görenler not edip, ileride kullanırlar. Örneğin 12 Eylül askeri müdahalesi ertesinde "Devlet" tarafından yayınlanan kitaplarda, sivil siyasetçilerin birbirleri hakkında söyledikleri sözler listelenmişti. Masamda Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği tarafından hazırlanmış ve Türk Tarih Kurumu'nda 1981'de basılmış "12 Eylül" kitabı var. Sayfaları Ecevit'in, Demirel'in, Erbakan'ın, Türkeş'in birbirleri hakkında söyledikleri sözlerle dolu. İşte birkaç örnek:
HATIRLA SEVGİLİ - Hükümetin başı, bölücülük yaptı. Türk devletini, ülkenin devlete sadakatle bağlı Doğu'daki vatandaşlarına jurnal etti. (9 Eylül 1979, AP Genel Başkanı Süleyman Demirel) - Milletvekillerinin bile can ve mal güvenliğinin kalmadığı bir ülkede demokrasi yaşayamaz. Tarihte Ecevit kadar iftiracı ve demagog bir politikacı görülmedi. (10 Eylül 1979, MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş) - Milletimiz zulüm yapan Batılıları yıllarca denedi ve gördü ki, ıspanaktan yağ çıkmaz. AP ve CHP bitli turistler için Aspendos'a ve Kefernas'a yol yaparlar, milletimizin köyünün yolunu yapmazlar. (14 Eylül 1979, MSP Genel başkanı Necmettin Erbakan) - Kanlı elleri ve faşist militanları ile bu hükümeti yıkmaya çalışıyorlar... Bazı siyasi kişiler gençleri cinayete teşvik ediyor. Bu kişilerin cezaevine girenlere "Siz korkmayın. Bu hükümet düşecek, siz kurtulacaksınız" şeklindeki mektupları elimizdedir. (17 Eylül 1979, Başbakan Bülent Ecevit) Evet... Ne demiş atalarımız? "Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur."
|