Acısız Adana!
Bir gazete genel yayın yönetmeni için şu çok acı bir şey olmalı: Haber sansürlemek, yanıltıcı haberi bile bile kullanmak, yazarlara "şunları şunları yazın, onları bunları bir süre hiç yazmayın" demek. Ama, bilirsiniz; "Acı"; onu hissederseniz, onu çekerseniz, onun acı olduğunun farkındaysanız vardır. O yüzden morfin verirler; anestezi yaparlar. O yüzden birtakım ilaçlar vardır; acıyı bastıran yahut daha hissedilmesine meydan vermeden "yokmuş gibi" yapan. Ve o yüzden, beynine, vicdanına, hayatına bir nevi morfin basılanlar, lokal yahut genel anesteziye uğrayanlar, o acıyı hissetmezler de, bunun neden hiç de acı bir şey olmadığını izah edip dururlar.
Elbette bir gazetenin bir "çizgisi" olmalı. Kabul edin ki, "objektiflik" zaten palavradır. Kabul edin ki, "ideolojik" olmayan bakış açısı yoktur; ve "ideoloji" sadece sol veya muhalif bir şey değildir. Bir "açı" mevcuttur; ve önemli olan onun dürüst, namuslu, oradan bakıldığında da en azından hakikatler aranan bir zaviye olmasıdır. Yoksa elbet farklı bakış açıları, farklı ideolojiler, çizgiler olacak. Yoksa hepimize birden; vatandaşından gazetecisine, kitabından partisine, oy pusulasından demokrasiye kadar hiçbirine gerek yok!
Elbette bir gazetenin bir "çizgisi" olabilir. Önemli olan, bunun bilinmesidir. Okuyucu tarafından iyi bilinmesi, hele hele çalışanlar, hele ki yazarlar tarafından çok iyi bilinmesidir. Yani, bilinebilecek kadar açık ve istikrarlı, haysiyetli olması gerekir. Öyle "Gaffur'un çizgili pijaması" gibi, bir yukarı, göğsüne çek; bir aşağı indir; bazen üstüne pantolon geçir, bazen kemerin üstünden dışarı sıyır; ayıptır! Kaldı ki, o çizgili Sümerbank pijamasının dahi, bilinen, net bir çizgili hali mevcut. Bir klasik. Biliyor ve tanıyorsunuz. Beğenirsiniz, "beyenmezsiniz"; o başka. Oysa, medyamız; oynak çizgilerle malul. Malul çünkü öyle mamul!
Şimdi, o genel yayın yönetmeninin utanması kalmamış ve bize "Köşeler babamızın malı değil... Çetin Altan da Abdi İpekçi'ye dört yazı vermişti... Patronumuza kimse yazar attıramadı..." diye masal anlatıp maval okuyor. Bir insanın dağarcığında, bir gazetecinin hatıratında hiç mi boyun eğmeyen, direnen, uyuşmamış, acı çekmiş ve acısıyla, öfkesiyle bağırmış, tavır almış insan örnekleri bulunmaz. Neden durmadan kendi süfliliğini, kendi anestezili acısızlığını meşru göstermek için onu bunu çekiştirip durur; kendine tanıklık etsinler diye yamultur.
O gazeteden mesela "Yazar Zeynep Atikkan" kovuldu; ve neden kovulduğunu hepimiz biliyoruz. Bir başkasından mesela "Yazar Koray Düzgören" kovuldu; ve neden kovulduğunu daha az kişi biliyor. Berikinden mesela, evet doğru, "Hangi dönemde kimler baskı yaptığı ve onlara direnildiği" halde, başka bir dönemde bizzat ben kendim neden kovulduğumu iyi biliyorum . Yahu bunlar da olabilir; tamam! Ama şu ayıptır: Bir önceki iktidar döneminde, istediğin kanun çıkıncaya kadar... Çıktıktan sonra Cumhurbaşkanı veto edince, aynen kanunlaşması için hiç değişmesin diye, ikinci kez çıkana kadar; tam iki yıl... Bütün yazarlarını, bizzat gazetecileri vuran o 301 gibi kanun ve hatta iktidar aleyhinde yazmaktan men etmek, yazanı, yazabileni daha köklü susturmak bir "çizgi" midir? Sonra işin bitince, yeni bir parti kurdurup desteklemek adına, bu kez iktidarı topa tutmak bir "çizgi" midir? Haberlerini bu oynaklığa göre manipüle etmek bir "çizgi" midir? İktidar değişince araziye uymak, yeni arazide alçak sürünmek bir "çizgi" midir?
Benim hiç anlamadığım şu : Hadi bu arkadaş filan "acısız"; onca koca koca isim, onca mangal yürekli meslektaş da mı hiç acı çekmiyor! "Acısız Adana" olmaz; ona "Urfa" diyorlar. "Acısız gazetecilik" de çok uyuşuk, çok uyduruk bir şeydir!
|