İptal edilen bir ödülün hikâyesi ve rakkaselik
Önce, üç günden buyana olup bitenleri kısaca hatırlatayım: Gazeteciler Cemiyeti'nin her sene dağıttığı basın ödülleri arasında bulunan araştırma ödülünü, bu yıl Cumhuriyet Gazetesi'nden Orhan Bursalı'nın "Einstein'ın İsmet İnönü'ye mektubu" başlıklı çalışmasına verme kararı aldığı duyuldu. Ama, ödül konusu olan haber bana aitti. Pazartesi günü bu sütunda yazdığım "Haberi ben yaptım, ödülü başkasına verdiler" başlıklı yazımdan sonra, cemiyet bir açıklama yayınladı. Açıklamada ödülün Bursalı'nın hakkı olduğu söyleniyor ama yönetim kurulunun ödül kararını geçersiz saydığı ilân ediliyor ve abuk subuk, üstelik de maalesef yalan bir gerekçe gösteriliyordu. Cemiyet, Atatürk'ün Einstein'i Türkiye'ye davet ettiğine ilişkin ilk yayının Cumhuriyet'in Bilim ve Teknoloji Eki'nde 2006'nın 20 Ekim'inde yapıldığını söylemişti, doğru. Bu haber ertesi günü sabık gazetem Hürriyet tarafından iktibas edilmişti, bu da doğru. Ben 29 Ekim'de Einstein'in İsmet Paşa'ya gönderdiği mektubu yayınlamıştım; Cumhuriyet ise, 3 Kasım'da bu konudaki gelişmeleri anlatmıştı, tamam. Cemiyet, işte bu girizgâhtan sonra jürinin kararının doğruluğunu iddia ediyor ama Orhan Bursalı'nın gazetelerde yayınlanan açıklaması karşısında ödülle ilgili kararını geçersiz saydığını duyuruyordu.
Kıvırma teknikleri Aslında duyurmuyor, kendinde "Bir iştir ettik, ödülü o kişiye vermeyeceğiz" deme cesaretini bulamadığı için yalan söylüyor, hattâ kıvırıyordu! Yalan söylüyordu, zira, ödüle konu olan haber Einstein'in Atatürk ile ilgili sözleri değil, İnönü'ye yazdığı mektuptu; bu mektubu ben yayınlanmıştım ve Cumhuriyet'in Bilim ve Teknik eki de benden iktibas etmişti. Ön jüri tarafından ödüle aday gösterilen yazı, benden yapılan işte bu iktibastı. Mâlum cemiyet, açıklamasında bu yalanından medet umarak kıvırıyor ve "Meğerse önümüze konan bir yazının aslında kime âit olduğunu farketmekten bile âcizmişiz" diyemediği için "Karar doğruydu ama geçersiz saydık" diye uyduruyor ve bu sene araştırma dalında her nedense, ödül verilmeyeceğini duyuruyordu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin başında bulunan zevâtın ne anlama geldiğini anlamaktan âciz kaldıkları bu kararın aslında ne demek olduğunu ben söyleyeyim: Kararın Türkçesi, "Bu sene araştırma ödülü vermiyoruz, zira, 2006 yılında, Türk basınında tek bir araştırma yayınlanmadı" demektir. Senelerden buyana yerlerde sürünen Gazeteciler Cemiyeti, kendi basiretsizliğini gizlemek uğruna Türk basınının koskoca bir yılını yok farzetmiş, "Ödüle lâyık araştırma bulamadık" iftirasıyla bütün gazetecileri töhmet altında bırakmıştır.
Gelin, özür dileyin! Aynı cemiyet, bir başka açıklamasında da "Yönetim Kurulu tarafından henüz onaylanmamış sonuçların sızdırılmaya çalışılması, gazetecilikle bağdaşmayan bir yaklaşımdır" buyurdu. Üyelerinin tamamını gazetecilerin oluşturduğu bir cemiyet yönetiminin görevleri haber almak ve haber sızdırmak olan meslekdaşlarını sızdırmacılıkla suçlaması nasıl bir yaklaşımı oluyordu acaba? Şimdi, bütün bunlardan sonra, sızdırma kavramını kullanmaması ve böyle sözlerden uzak durması gereken ilk kuruluş olduğunun bile farkında bulunmayan bu cemiyete birkaç uyarım var: Dürüst olun! "Uğradığımız idrak zaafından dolayı bir yazının kime ait olduğunu bile anlayamayacak hâle gelmişiz, affedin" deme cesaretini gösterin ve kendi beceriksizliğinizi örtbas edebilmek için "bir yıl boyunca araştırma yapmamış olmakla" ve "haber sızdırmakla" itham ettiğiniz meslekdaşlarınızdan da özür dileyin. Ayni uyarımın muhatabı, Cumhuriyet'in yazdıklarımı dedikodu diye nitelemeye cür'et eden ama bu rezaleti gündeme getirişime kadar ağzını bile açmayan ve sustuğum takdirde ödülü koşa koşa gidip alacağından artık emin olduğum ödülsüz kalan yazarıdır. Gerçek gazeteciler aczlerini gizleme çabasıyla meslekdaşlarını karalamaktan, "haber sızdırmakla" suçlamaktan ve "araştırma yapmadılar" iftirasına muhatap etmekten çekinmeyen rakkase misâli bu cemiyet yönetimine karşı herhalde suskun kalmayacaklardır.
|