Hedef bunlarsa...
A) 30 Ocak tarihli "Devlet başa..." başlıklı yazının 16, 17 ve 18'inci maddelerini tekrar yazıyorum: 16. Bombacıdan muhbir yaparak onu yargıdan kaçıran ama örgüt bulamayan ve ihbarını da ciddiye almayan bir Emniyet mi tercih edersiniz?.. 17. Yoksa yargıdan kaçırılıp muhbirlik beklenen ama bu arada birtakım örgütsel, derinsel işlere devam etme ihtimali bulunan birini çalıştıran bir Emniyet mi?.. 18. Bir de itirafçıların tetikçi yapılması gibi aşk dolu, sevgi dolu bir "Jötem" ihtimali var ki, o yüzden "Devlet başa..." zaten.
B) 1 Şubat tarihli "Çökertmeden Halilim!" başlıklı yazının 15'inci maddesini tekrar yazıyorum: 15. Aha o bombacı, aha o muhbir! Birini yargı bırakmış, tutmamış, diğerini polis saklamış, istihdam etmiş, Jandarma da hani bana hani bana demiş.
Dün 7 Şubat'tı ve "Muhbir Erhan'ın Emniyet'in yanında Jandarma İstihbarat'a da çalışması, bombacı Yasin'in eniştesinin de Jandarma (Jitem, Jit) muhbiri olduğu ve ihbarda bulunduğu"nu konuşmaya başlamıştık. 30 Ocak'ta neden "Jötem", 1 Şubat'ta niçin "Hani bana, hani bana" diye yazmışım; bilmiyorum!
Aslında biliyorum. Bazı devlet birimlerinin yahut onlar adına görevli birilerinin yıllardır maalesef ne tür adamları muhbir, itirafçı, tetikçi, özel harp uzantısı diye çalıştırdığını, eski "teröristler"den, mafyadan, çetelerden, kaçakçılardan, lümpenlerden nasıl "elemanlar", hatta "milisimsiler" derlendiğini, gerektiğinde inkar edilecek, anında baştan atılabilecek, başka suçlarla haşır neşirleri nasıl tercih edebildiğini; Saunaların maunaların özel harp izlerinin manasını, 12 Eylül öncesini, Gladio'yu, kontrgerillayı, eh dünyayı azıcık biliyorsanız; Azıcık daha bilirsiniz!
Şunu da bilebilirsiniz. Genellikle tetiği çeken ile bazen uzun, bazen kısa süreçte onu "o an"a hazırlayanların hedefleri aynı boyda, aynı yoğunlukta değildir. Tetikçi hakikaten de kendince, milleti, milliyeti, dini, vatanı, öfkesi adına "bir ceza verdiğini, bir düşmanı yok ettiğini" düşünebilirken; Elemanı, hatta kendileriyle hiç bağı dahi olmayan bir "Elemanın elemanının elemanı" nın ortaya çıkışını hazırlayanların başka dertleri de vardır.
Şemdinli'den sonraki "Danıştay saldırısı" esasında "bölücü, cepheleştirici" bir işti. Nitekim ilk anda da öyle oldu. Dincilik ve laiklik üstünden. Derken karıştı, söndü. Ama esas kalıcı, ruhları esas bölücü iş "Dink suikastı". Çünkü; 1. Köklü ve şiddetli tarihi referansları var; 2. "Ermeni tasarıları" dolayısıyla güncel; 3. Sadece yerel, ulusal değil; küresel; 4. Dink'e atfedilen (ve saptırılan) sözler, onun etnik kimliği, mahkumiyeti dolayısıyla toplumun ciddi bir kesimindeki "milli tepki ve nefret"e hitap ediyor; 5. Beklenen tepkinin biçimi; "sıradan milliyetçi, ulusalcı" insanların dahi neredeyse cinayeti meşrulaştırmasını sağlayabiliyor; 6. Cenaze, karşı dilin güçlenebilmesinin, yaygınlaşabilmesinin bahanesi oluyor; 7. Toplumsal, milli suçluluk hissini kışkırtıcı ama aynı anda da savunma, tepki, öfke mekanizmasını tetikleyici; 8. Başka kayıplarla, özellikle "şehitler"le karşılaştırma yapılmasını kolaylaştırıcı; 9. Ermeni tasarıları, Kıbrıs, AB, Kuzey Irak, Kerkük, PKK, çuval gibi "Türkiye'yi kuşatan" bir sürü meselenin de içine oturtulmasına, toplumun sadece zihnen değil, "duygusal" cepheleşmesine ve keskinleştirilmesine müsait; 10. Dink'in kimliği kadar, "genç" zanlıların kimliği, yaşı, heyecanı ve işin kolaylığıyla; binlerce gence, yüz binlerce öfkeli delikanlıya da hitap eden, onları da Ogünleşmenin kıyısına, örgüt dahi gerektirmeyen cinayet ve linçlere sürükleyebilecek kadar "popüler".
Katil bu kadarını düşünmeyebilir de; biz azıcık düşünelim. Çünkü yukarıdaki hedefleri bulan bir suikast bu. İhtiyacımız; gerçeğin ortaya çıkması, çeteleşmelerin anlaşılması ve onur, gurur, öz saygı arayışı, kimlik bunalımı, öfke, şamar oğlanı olmamış bir ülke arzusu ile huzur, refah, özeleştiri, çok yönlü tarih bilgisi ve ille de demokrasi, kardeşlik arasında bir bağ kurulması!
|