Minimize kafamız!
Nasıl olacak bu işler. Biliyorsunuzdur belki. Şimdi bir kahvehanede otursak, laf lafı açsa, şurdan buradan muhabbete koyulsak. Ben desem ki misal... "Derin devlet yok diyemem. O her zaman olmuş. Türkiye Cumhuriyeti döneminde başlamış bir şey değil. Ta Osmanlı'dan. Gelenekten gelen bir şey zaten." Siz de, başınızı filan sallasanız, misal "Ne yapmak lazım?" diye işte öylesine ortaya karışık, inceden bir soru koysanız... Şöyle ince belliden gırtlama çayımı yudumladıktan sonra, nargilenizin dumanı ile okey taşlarının şıkırtıları ve bir piştinin şaklama sesi arasından yumurtlasam: "Valla bunu minimize etmek, mümkünse yok etmek, bunu başarmak gerek."
Bunu demek için; Parti kurmak, seçimlere girmek, tek başına iktidar olup başbakanlıkta dört yıl idrak etmek, devletin başı, 2 numaralı plaka sahibi, Genelkurmay'ın kağıt üstünde amiri, Milli İstihbarat'ın, Emniyet'in üst makamı olmak, elinizin altında özel telefon dinleme imkanları bulundurmak filan ne zahmet. Aha! Kavede kaykıldığım iskemleden söyleyiverdim. "Gerek" demek çok mu zor. Gevrek der gibi! Evladım, taze mi?
Baba, peki siz onca zahmete girip bütün şu dünya nimetleri ile mevkilerine sahip olunca n'aptınız? Yani, annamadım, biz mi yapcaktık "gerek"ini? Neden dilimizin dahi yamulmasına sebep olacak kelamlar edersiniz ki? Bir cinayet işlenmiş, birtakım devlet görevlilerini görevden alıp bir gün önce "Olayın ucu farklı yerlere varabilir" demişsiniz. Şimdi de "Derin devlet yok diyemem" diye sağ elle sol kulağı ense tarikiyle gösterme, "Var" diyememek için "Yok diyememe" dolapderelerinde yuvarlanma, "mümkünse yok etmek" diye bize telkin ve tavsiyelerde bulunma, akil adam pozlarında "gerek" lenme triplerine filan giriyorsunuz! Mümkün kılıp minimize etsenize. Ne alaka bir ortam bu!
Kabul edin. Bir şeyi ters yapıyorsunuz. Ve kabul edelim, bizler vatandaş olarak tersten ders çıkarmıyoruz asla!
Ters olan şu ki: "Hukuk devleti" nin mümkünse minimize edilmesi bir yana... "Mümkünse sosyal devleti yok etmek gerek" dediğinde küresel, liberal, piyasa mahfilleri; "hepsiniz" koşuşturuyor! Sağlıktan eğitime kadar, kabak gibi oyup havuç gibi rendelemeyi, soğan gibi doğrayıp sarımsak gibi dövmeyi marifet sayıyorsunuz. Anayasa'da yazıyor ama, "Sosyal devlet var" diyemezsiniz. Çünkü devletin pusucu derinini değil, koruyucu derisini yüzmek vazifedir. Binlerce çocuk öğretmensiz; binlerce öğretmen ise çocuksuz. Ama sadece 10 bin kişi, sözde sınavlarla, puanların torpillendiği iddiaları, bunalımlar, çıldırmalar, intiharlar arasında öğretmen ilan edilip onbinlercesi çöpe atılacak. Ve ne ayıptır ki, binlerce öğretmen, sağlık çalışanı; sözleşmelerle köle statüsünde bazen işe, çokça işsizliğe koşturulacak. Af edersiniz ama, kimse millilik, milliyetçilik, ulusalcılık filan yutturmasın; vatanın askeri holdingi dahi, istisnaları dışında, kendi "askeri proletaryası" sefilleri oynarken, "derin" özelleştirmeden, yabancılara satıştan nemalanmak, "hep kazanmak" için seferber Kamunun, halkın, toplumsal adaletin devleti zaten minimize. Derinim ise, valla yok diyemem!
Asla ders çıkarmadığımız ise şu: Aklımızca siyasi, milli ve sair pozisyonlar alıyoruz. Özellikle mağdurların, yoksulların, sarsılanların pozisyonları. Birbirini gırtlaklamacasına. Ama ne "derin devlet" in, ne "şirin devlet" in; esasta insani, ahlaki, toplumsal adalet ana fikrinden nasipsiz olduğunu; derin katillerin çok vatandaşa nefret dolu sözde vatan sevgisi, şirinlerin ise vatandaşın insanlık hukukundan mahrum bir millet aşkı kakaladığını pek düşünmeyen... Öyle "minimize" bir kafa pozisyonu işte! Mümkünse, değiştirmek gerek!
|