| |
|
|
"Vizyon"da hem icraat hem de bugünü anlamak öğeleri vardır
Turgut Özal'la siyasi yaşamımıza giren " Vizyon ", hem çok boyutlu, hem de zaman içinde değişim göstermesi gereken bir kavramdır. En önemlisi bir politikacıda sadece " Vizyon "un var olması, o politikacının başarılı olmasına yetmez. Vizyonun yanına " İcraat " da eklenmelidir. Bunun için hangi kaynakların devreye sokulabileceğini bilmek, kamunun karmaşık bürokrasisi içindeki kararı icraata dönüştüren mekanizmaları çalıştırabilmek, vizyonun içerdiği somut hedefleri halka benimsetmeyi başarmak gerekir. Yoksa herkesin kendince bir vizyonu vardır. Kimi İstanbul trafiğini açmak için " Kurallara uymayan birkaç şoförü Eminönü' nde sallandırmak " vizyonunu seslendirir. Kimi de vizyonundaki kent içi otoyolları, toplu taşıma sistemlerini, otopark yapımlarını gündeme getirir. Bunun gibi, bir dönemde " Vizyon " olarak kabul edilenler, bir başka dönemde eskimiş vaatlerden öteye geçmez. Örneğin bu çağda köylere elektrik getirmek, yeni havaalanlarını hizmete açmak, çevre kirlenmesini durdurmak bir vizyonun değil, yapılması gecikmiş icraatın maddeleridir. Türkiye'deki 1.2 milyon KOBİ'yi " Bilişim Ağı " içinde dünya rekabetine açmak, Hindistan'ın başardığı gibi Türkiye'de bir yöreyi " Bilişim Çağı "nın dünya ölçüsündeki merkezlerinden biri haline getirmek, " Bugünün vizyonu "nun öğeleri olabilir.
DIŞ POLİTİKA " Vizyoner politikacı ", dış politikayı da, dünün değil bugünün gerçekleri üzerinde oluşturur. Örneğin " Lozan "ı, sanki 1920'li yıllar dünyasının koşulları hala varmış gibi davranarak koruyamazsınız. Veya " Ermeni Sorunu "nu, 1915'teki dünyanın anlayışlarını bugüne taşıyarak çözemezsiniz. Veya Yunanistan da, Kıbrıs Rumları da Avrupa Birliği üyesi olmuşlarsa, " Kıbrıs Sorunu "nu, sadece 1974'teki " Haklı müdahale "ye dayayarak çözüm zeminine taşıyamazsınız. Doktrinleşmiş bir ideolojinin, ekonomik kaynaklarının yoğunluğuna, askeri gücünün fazlalığına ve bilimsel birikiminin ağırlığına rağmen, Sovyet İmparatorluğu'nun çöküp dağılmasını önleyemediğini yaşadığımız dönemde görmedik mi? Veya yanlış hesapların, kötü yönetimin ve bölgeye dönük bilgisizliklerin, ABD gibi bir süper gücü, Irak'taki bataklığa nasıl sürüklediğini görmüyor muyuz? Bu gerçeklerin ışığında, Türkiye'de çağı iyi izleyip değerlendiren, vizyonuna icraat gücünü de katan, ülkeyi maceralara değil akılcı ve çağdaş hedeflere yönlendirecek politik kadrolara ihtiyaç duyduğumuzu söylemeliyiz. Bu kadrolar ağırlık kazandığı ölçüde, dün ile bugünü karıştıran, siyaseti " Rejim kavgası " yapmak zanneden, farklılıkları zenginlik olarak değerlendirmek yerine " Ya sev-ya git " diyen gürültücü azınlığın sesi daha az duyulur olacaktır.
|