| |
Yeni dünya düzeni kurulurken biz ne yapmalıyız...
Aslında " Öfke " de, var olması gereken hem bireysel, hem de toplumsal bir sağlık belirtisidir. Bunun gibi " Acı duymak " da sağlık işaretidir. Örneğin dokunma duyusunu yitiren insanlar, ateşe dokunduklarında ellerinin yandığını fark etmezler. Ancak bireyler de, toplumlar da, kime neden öfkeleneceklerini doğru belirlemezlerse, sadece enerjilerini boşa harcamış olurlar. Bunun gibi acı duyulmasına neden olan şey doğru saptanmazsa, acının devamı önlenemez ki. Gaziantep ağzındaki " Davacının aptalı derdini mübaşire anlatır " deyişi, bu durumların en veciz anlatımıdır. Türk toplumu bu açıdan çok başarılı değil. Gelişmişliği, yaygın refahı, hoşgörüyü, güven ve istikrar ortamını, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, laikliği, serbest ve haklı rekabeti de içeren " Çağdaş uygarlık düzeyi "nden hala oldukça uzak bulunmamızın acılarını yaşar ve bu durumun nedenleri ile sorumlularını arayıp öfkelenirken, çoğunlukla, hedefi şaşırıyoruz. Kimimiz siyasetçilere, kimimiz devletin kurumlarına, kimimiz ABD'ye ve AB'ye, kimimiz de biz gazete yazarlarına öfkelenerek, açıkçası toplumsal ve bireysel enerjilerimizi boşa harcıyoruz.
DÜZEN KURULUYOR Bu enerji kaybının en trajik sergilenme biçimi ise, birilerinin diğerlerini " Vatan haini " gibi görmesi ve hatta cinayetler işlenerek, öfkenin nedeninin ortadan kaldırılacağına inanılması değil midir? Tarihin yeni bir dönüm noktasında bulunuyoruz. " Dünya düzeni " yeniden oluşturuluyor. Sovyetler Birliği'nin çöküp parçalanması ve Irak'ın Kuveyt'i işgali ertesindeki " Körfez Savaşı " ile 1990'larda başlayan bu yeni düzen kurma sürecinde, haritalar değişti ve hala değişiyor. Türkiye'de en önemli meselelerden biri bu sürecin doğru anlaşılması, bundan sonra nelerin olabileceği konusunda doğru tahminlerin yapılabilmesi ve bu süreçte Türkiye'nin birliğinin, bütünlüğünün, istikrarının ve iç barışının korunması için, sosyo-politik bilincin doğru yönlendirilmesidir. Bilelim ki dünya düzenleri yeniden kurulurken, bunu yapmaya da, engellemeye de, Türkiye gibi ülkelerin tek başına güçleri yetmiyor. Viyana Konferansı'nda da, Berlin Konferansı'nda da, Paris Barış Konferansı'nda da, Yalta ve Potsdam'da da, önce Osmanlı sonra da Türkiye konuşuluyordu ama etkin değildi.
AĞIRLIK KOYMAK Bugün de yeni dünya düzeni üzerinde tek başına ağırlık koymaya çalışan ABD'ye, hem Avrupa, hem Rusya, hem Çin " Devrede biz de varız " diyor. NATO'ya üye olan ve AB'ye de üye adayı olan Türkiye, bu yeni düzen kurulması sürecinde ağırlığını, bağlantılı olduğu gruplarla uyumunu koruduğu ölçüde koyabilecek. Bu bakımdan siyasette ve toplumda yabancı düşmanlığı ve çeşitli ülkelere karşı öfkeli " Antiizm "ler egemen olursa, Türkiye etken değil edilgen konuma düşebilir. Bu nedenle siyasi liderlerin de, düşünce odaklarının da, çok sorumlu, çok bilinçli davranması gerekiyor. Bu açıdan ABD ile ittifakın korunması ve AB ile üyelik sürecinin sürdürülmesi, Türkiye için hayati önemdedir. Bir diğer önemli mesele de şudur. Dış dünyada birileri tarafından ülkelerin kaderleri belirlenirken, Türkiye'nin iç politikasında ve toplumsal ilişkilerinde, gereksiz, çağdışı, hukuku ve insan haklarını önemsemeyen, demokrasiyi zaafa uğratacak, Türkiye'yi gelişmiş dünya dışında gösterecek, kavga ve kriz konuları üretilmemelidir.
AKIL VE İHTİRAS Osmanlı da, Türkiye Cumhuriyeti de, tüm dünya ile birlikte bu çağ dönümlerini ve yeni düzen kurulması süreçlerini, bazen krizler ve acılarla, bazen da dış dünyayı iyi anlayarak başarıyla yaşadı. Yani siyasetimizin ve devletimizin genlerinde, bu zor dönemi aşacak bilgiler var. Tek eksiğimiz bu dönemin önemini kavramamızı sağlayacak siyasi ve toplumsal bilinçteki yavaşlık ve siyaseti sadece koltuğa oturmak sanan kesimlerin ihtiraslarının boyunun akıllarının boyundan daha uzun olmasıdır.
|