Diyalog herşeyi kabullenmek değildir
"Her ölüm, ölenin kıyametidir" derler. Hele, kişinin dünya hayatı bir başkası tarafından cebren noktalandıysa, geride kalanların hüznü ve ıstırabı daha da ağır olur. Böylesine ağır bir hüznü, Hrant Dink'in katledilmesinin ardından hepimiz hissettik. Toprağı bol olsun, dinince dinlensin. Bu cinayetin ne kadar meş'um olduğunu söylememe gerek yok. Katledilen kendi vatandaşınız bir meslekdaşınız ise, ve daha da önemlisi yazdıkları ve söyledikleri yüzünden can vermişse ve bu cinayet memleketinizin itibarını ayaklar altına alacak mahiyetteyse tetiği çeken ele sadece lânet edersiniz. Hrant Dink can verdiği andan itibaren Türkiye bunu yaptı, kurbanına sahip çıkarken katile lânet okudu ve bu toprağın bizden farksız sahibi olan evlâdını, kendisinden beklenen bir zarafetle sonsuzluğa uğurladı. Ama, ya ifrat, ya tefrit şeklindeki milli âdetimiz bu hadisede de üstün geldi ve ifrata kaçtık. Fatih Altaylı, dün kurbanın milliyetini öne çıkartmamızdan ve onun bir insan olduğundan bahis bile etmememizden yakınıyordu, haklıydı. "Hepimiz Ermeniyiz" yahut "Hepimiz Hrantız" tarzındaki ifadelerle etrafımıza ırkçılığın daniskasını empoze ettiğimizi ve bunun "Ben de filâncayım" şeklinde karşılık getireceğini nedense düşünmedik.
Sadece meşru müdafaa Şimdi, başka bir iş daha yapmak üzereyiz: Hrant Dink cinayetinden sonra sadece diasporaya değil, bütün dünyaya karşı Ermeni meselesinde suçluluk hissederek boynu bükük bir görüntü sergiliyoruz. Bir devletin, vatandaşının düşünceleri yüzünden katledilmesinin önüne geçememesinin ayıbı tabii ki çok büyüktür. Ama bu ayıbın seneler boyunca artarak devam eden bir ithamlar silsilesinin karşısında ezilme endişesi yaratması ve "Aman yabancılara karşı ayıp olmasın" korkusuyla suçlamaları kabul eder bir hâl alması ise çok yanlıştır! 1915 Türkiyesi'nde ayrıntıları bile hatırlayanı irkiltecek derecede fena olaylar yaşandı ve her iki taraftan da maalesef çok kişi can verdi. Fakat, 1915 olaylarının mimarı kabul edilen Talât Paşa, o senenin 24 Nisan sabahı uyanır uyanmaz "Türkiye'yi şu Ermeniler'den temizleyeyim" diye düşünmedi. Yaşanan herşeyin mutlaka bir sebebi vardı ve tehcir, devletin meşru müdafaa hakkını kullanmasıydı.
Sabah, ölüm haberleri geldi Türkiye, hadiselerin üzerinden 60 küsur sene geçmesinden sonra bu defa diplomatlarımızı hedef alan bir terör dalgasıyla karşılaştı. Lübnan'da ve İran'da gazetecilik yaptığım 80'li senelerde, mâlum örgütten gelen tehditlere karşı silâhlı muhafız kiralayıp dolaştığım zamanlar yahut bir gece önce beraber olduğum tanıdıklarımın ertesi sabah can vermelerinin haberini aldığım günler, benim için bile daha dün gibi... Cahide Mıhçıoğlu, Necla Kuneralp ve Neslihan Özmen gibi bu teröre kurban giden hanımların ve çocukların isimleri artık çoktan unutuldu, o yıllarda can veren birçok diplomatımızı şimdi sadece mesai arkadaşları hatırlıyor, acıları ise ailelerinin gönlünde. Dolayısıyla, "Hepimiz Ermeniyiz" yahut "Hepimiz Hrantız" şeklindeki sloganlar öncelikle bu kurbanların ailelerini rencide eden sözlerdir. Bu sloganların başka gruplarda yaratacağı tahrik ise işin cabasıdır ama asıl hata, "Biz de vaktiyle fena işler yapmıştık canım" düşüncesiyle suçlamalara karşı kabahatli bir çocuk tavrına bürünmemizdir. Hrant Dink'in cenazesi, 90 seneden buyana devam eden bu kör dövüşünün taraflarının hiç olmazsa biraraya gelmeleri imkânını yarattı. Ama, unutmayalım: Diyalog, tek taraflı taviz vermek değildir ve Türkiye'ye yakışan, Hrant Dink'in hatırasına sahip çıkmakta gösterdiği asil tavrı diyalogda da göstererek bu yolda can vermiş olanların hatıralarını temiz tutmaktır.
|