|
|
Sarı Gelin'i paylaşmak
Hrant Dink'in alçakça katledilmesi ve ardından gelişen olayların ekrana düşen görsel örgüsü içinde Sarı Gelin türküsü adeta bir fon müziği oldu. Ve ne gariptir ki, cenaze boyunca Türk-Ermeni herkesin birlikte söylediği Sarı Gelin türküsü, iki halk arasında yıllardır topraktan öte "paylaşılamayan" sembollerden biriydi... Tarihçiler, konservatuar hocaları, araştırmacılar, gazeteciler ve gönüllü türkü dostları yıllardır Sarı Gelin'in izini sürüp, bu Erzurum türküsünün hangi kültüre ait olduğunu bulmaya çalıştılar. Kimileri, "İçinde tek kelime Ermenice geçmiyor. Öz be öz Türk'tür" derken, karşıt görüştekiler Sarı Gelin'in Ermeni halk dansları içinde yeri olan ve bu kültürün yöresel üflemeli çalgısı duduk ile çalınan bir eser olduğunu savundular. Sarı Gelin türküsünün öyküsü hakkında pek çok farklı kaynaktan bilgi edindim. Çoğunluğu, farklı yollardan gelse bile aynı meydana çıkıyordu. Bir Türk genci, sarı saçlı Hristiyan Kıpçak kızına gönlünü kaptırıyor. Erzurum yakınlarındaki Penek'te kız ve kendilerine bağlı 40 müritle kaçıyorlar. Ancak peşlerindekiler onları dağlarda kıstırıyor. Kanlı bir çatışmanın ardından delikanlı öldürülüyor. Sarı Gelin işte bu dramın ağıtıdır. Yani tartışılmaz olan; farklı kültür ve inanışlardaki iki gencin ölümle sonlanan sevda masalından yürekleri burkan bir türkü çıkmış olmasıdır. Peki türkü bölüşülür mü? Bence hayır! Peki ya türkü paylaşılır mı? Evet!... Nasıl? Söyleyerek... Öyleyse isteyen Ermenice söylesin, dileyen Türkçe... Arzu eden duduk ile üflesin, isteyen mey ile... Hangi dilde söylenirse söylensin, hangi enstrümanla çalınırsa çalınsın, kulağımıza düşen aynı tınılar, yüreğimizi kabartan aynı duygular olmayacak mı? Sarı Gelin bundan böyle bu coğrafyada bölüşmenin, çekişmenin, çekiştirmenin değil, "paylaşmanın" marşı olmasın mı?
|