SABAH ve pompacılar
Amerika'da bir gazete okuru olduğunuzu düşünün. Bir sabah New York Times'ı açıp genel yayın yönetmeninin başyazısıyla karşılaşıyorsunuz. Yazı ne gazete, ne yönetimin basına ilişkin tutumu, ne de meslek üzerine. Yazının tamamı, atalım ki, New York Times'ın da sahibi olan bir elektrik firmasıyla ilgili ve yönetmen bu şirketin vergi kaçakçılığı iddialarına yanıt veriyor. Sizce ne olur? Cevap basit: Kıyamet kopar. Çünkü gazetecilikle elektrikçilik ayrı işkollarıdır. Tıpkı benzincilikle gazeteciliğin tamamen ayrı işkolları olması gibi. Ama nedense POAŞ ile ilgili vergi kaçağı iddialarının savunmasını Türkiye'de köşe yazarları ve genel yayın yönetmenleri üstleniyor. "Burası Türkiye, burada her şey olur" deyip geçmek mi gerekiyor. Hayır. Çünkü bu durum zaten itibarı çok yukarılarda olmayan mesleği daha da aşağı çekiyor. Gazeteciliği pompacı düzeyine indiriyor. Gazetecilerin TÜSİAD üyesi olduğu ve tepki görmediği bir ülkede bunlara da tanık oluyoruz kaçınılmaz olarak. Şimdi POAŞ'ı savunamayacağını gören yayın yönetmeni SABAH'ın eski defterlerini açmaya çalışıyor ve 145 trilyonluk bir vergi borcundan söz ediyor. Gözümü bu grupta açtım, yıllarımı burada geçirdim. SABAH yaşamımın önemli bir bölümünü kapsadı. O nedenle, SABAH'ı ilgilendiren bu iddiayı yanıtsız bırakmamak gerektiğini düşünüyorum. Tekrarlamaktan usandım ama onlar çarpıtmaktan usanmadı. SABAH, Etibank'a el konduktan sonra da sigorta ve vergi yükümlülüklerini yerine getirmeyi sürdürdü. Ne zamana kadar; Aydın Doğan'ın SABAH'ın yönetimini fiilen ele aldığı Ocak 2001'e kadar. O tarihte, SABAH'ın bütün finansmanı ve yayın politikası Doğan Grubu'nun eline geçti ve çalışanların sigorta primi ve vergi borcu ödemeleri durduruldu. Tek hedef vardı: SABAH'ı küçültüp eritmek, hatta yok etmek. Tek amaçları vardı; işbirlikçileri ile yeni bir gazete yaratmak ve onu yeni SABAH olarak lanse etmek. Böylece medyanın tek hakimi olacaklardı. Nitekim 20012002'de işbirlikçileri ile birlikte SABAH ve atv'yi yok etme noktasına gelmişlerdi. 2002'den itibaren Merkez Grubu devreye girip, şirketleri yeniden yapılandırmasa, TMSF ile anlaşıp borcu ödemeyi taahhüt etmese, ortada SABAH ve atv olmayacaktı. Bugün çamur attıkları o anlaşma sayesinde kamunun 433 milyon dolarlık alacağının tahsili imkânı doğdu, çalışanlar tek patrona mahkûm olmaktan kurtuldu. Şimdi karalamaya çalıştığınız TMSF anlaşması olmasaydı ortalık Doğan Medyası'na kalacaktı. O zaman patronunuz siyasetten ekonomiye kadar her alanda tek söz sahibi olacak, POAŞ'ın vergi kaçağı iddiasını yazacak gazete bulunmayacaktı. Öfkenizin altında TMSF'nin, tekelci medya oluşumunu engelleyen bu anlaşmaya onay vermesine duyduğunuz hınç yatıyor. Kendi milyar dolarlık vergi borcunuzu bir kenara itip, kendi yarattığınız borçları gündeme getirmeniz anlamsızdır. O vergi borçlarının ödenmemesinin yasal bir muhatabı var ise, onlar siz ve şimdiki işbirlikçilerinizdir. Sözü edilen 145 trilyon o döneme ait bulunmaktadır ve Bilgin Grubu'nun tamamını kapsamaktadır, Merkez Grubu ile ilgisi yoktur. Merak eden kolayca öğrenir. Bu bir. İkincisi, dediğim gibi medyanın işi medyayı denetlemektir. Siz elinizde 500 milyon dolarlık teklif mektubuyla TMSF kapısına giderken herhalde neye talip olduğunuzu biliyordunuz. POAŞ'ta köşeye sıkışınca, gerçekle ilgisi bulunmadığını bildiğiniz olguları gündeme getirerek karakter suikastine girişmeniz de bu mesleğin temel ilkeleriyle çelişiyor. Üçüncüsüne gelince. "Bu medya kavgasıdır" diyenlere başta "Evet" diyordum. Gelişmeler karşısında yanıldığımı anladım. İtiraf ediyorum: Bu gazetecilerle pompacıların kavgasıdır.
|