| |
İç politikayı dışa taşırsanız, başınız belaya girebilir...
İç politika polemiklerinde dilin kemiği pek yoktur. Bütün karşıt taraflar birbirine akla gelen her şeyi söyleyebilir. Bütün bu söylenenler de kısa sürede unutulur. Bir hafta önce birbirlerini en ağır dille suçlayanlar, ertesi hafta koalisyon pazarlığına oturabilir. İki gün önce bir partinin liderini vatana ihanetle suçlayan bir milletvekili, iki gün sonra o partiye törenle katılıp, suçladığı liderle yan yana fotoğraf çektirebilir. Ama dış politikada ilişkiler ayrıntılar üzerinden yürütülür. Bütün söylenenler kayda geçer ve mesela 100 yıl sonra o sözün söylendiği ülkenin önüne, "Belge" olarak çıkarılır. Dış politikada da dilin kemiksizleştiği tek dönem "Savaş"tır. Şu anda Türkiye'de Kuzey Irak'taki ve Kerkük'teki duruma ilişkin olarak, dış politika ile iç politika iç içe geçmiş durumda. Bu nedenle politikanın aktörleri, içeride seslendirmeye alışkın oldukları öfkeli söylemleri, dış politikada da tekrarlamak hatasına düşmekteler. Doğal olarak büyük anlam farklılıkları içeren ayrıntılar, bu arada önemsenmiyor. Örneğin Türkiye'nin Kuzey Irak'taki gelişmelere "Müdahil olmak" konulu açıklamaları, tabii ki bu siyasi coğrafyanın gerçekleri açısından hem doğrudur, hem de bizim için bir haktır. Neticede bölgenin haritaları, Türkiye'nin ağırlıklı taraf olarak katıldığı uluslararası antlaşmalar sonucu çizilmiştir.
MÜDAHİL OLMAK Ancak Türkiye'nin Kuzey Irak'taki gelişmelere fiili olarak tek taraflı "Müdahale etmek" niyetini içeren açıklamalar, "Müdahil olmak"tan çok öteye farklı bir durumu gündeme getirir. Hatta bu bir "Savaş durumu"nu bile hatırlatabilir. Hem Türkiye gerçeği, hem de dünya gerçekleri açısından, böyle kritik durumlarda, iç politikanın aklara ve karalara dayalı polemiklerinin dışına çıkılması ve geçmişteki benzer gelişmeler hatırlanarak neler yapılmasının daha doğru olacağının seçilmesi, daha akılcıdır. Bölgeye dönük olarak yakın geçmişte hatalı ve hesapsız davranışları sonucu tek başlarına kalan, hem kendilerinin hem de ülkelerinin başını belaya sokan iki politikacıdan biri Saddam, diğeri de Bush'tur. Saddam, İran'la giriştiği savaş sonunda ekonomik olarak iflas etmiş ama askeri açıdan dünyanın en büyük güçlerinden biri haline gelmiştir. Irak'ın 1980'deki 10 tümene karşılık 55 tümen, sağlam bir biçimde kadrolaşmış ve savaşmaya hazır 1 milyon insan, 500 uçak ve 5500 tankı vardı. Mali yıkım da bir o kadar ölçüsüz oldu. Savaşın başlangıcında Irak'ın 30 milyarlık dolarlık rezervi vardı. 8 yıl sonra, ülkenin borçları 100 milyar dolara ulaşıyordu.
TEK BAŞINALIK Saddam bölgeyi İran'a karşı koruduğu gerekçesiyle, borçlarını Arapların ödemesini istiyordu. Bu konuda bir işaret almayınca da Temmuz 1990'da Kuveyt'e girdi. İran-Irak savaşında dünyayı yanında bulan Saddam, bu harekatı tek başına yapmıştı. Belki ABD'yi yanlış anlamış ve Kuveyt'i işgaline ABD'nin seyirci kalacağını sanmıştı. Bu "Tek başına"lık, Kuveyt işgalinden 13 yıl sonra ABD Başkanı Bush tarafından tekrarlandı. "Terörle mücadele"de dünyayı yanında bulan ABD, bunu yanlış yorumlayarak Birleşmiş Milletler desteği olmadan Irak'a girdi ve şimdi, içinden çıkılması zor olan krizi, ABD tek başına yüklenme çabasında. Türkiye'nin PKK terörizmine karşı haklı ve uluslararası platformda destek bulan davası ile Türkiye'nin Kerkük'ün statüsü veya Kuzey Irak'taki oluşumlar üzerindeki iddiaları, birbirlerinden ayrı konulardır. Bu iki mesele birbirleri ile iç içe sunulduğu takdirde, Türkiye'nin dünya diplomasisinde yalnız kalması ve çeşitli yaptırımlara hedef olması, kuvvetle muhtemeldir. Geçmişte de haklı Kıbrıs müdahalemizi uluslararası hukuk zeminine oturtmayı ihmal ettiğimiz için, 1970'li yılları sürükleyen ambargolara ve krizlere tanık olmamış mıydık. İşte bu ayrıntıları bilip iç politikayı dış politikaya taşımayan ve barış içinde ülkelerinin istikrarını koruyup geliştiren siyasetçiler, sonunda "Devlet adamı" rütbesine ulaşıyor.
|