|
|
Toprak Ana fast food'a karşı
1986'da Carlo Petrini ve arkadaşlarının, yerel tatlar için bir tehdit olarak gördükleri fabrikasyon yiyecek üretimine karşı örgütlenmeleriyle ortaya çıkan slow food kavramı dünyada hızla yayılıyor. Geçtiğimiz günlerde İstanbul'a gelen Petrini ile sohbet etme imkânı bulduk
Geçtiğimiz yıl 26-30 Ekim tarihlerinde İtalya'nın Torino kentinde, 150 ülkeden, kendilerine uçak biletleri gönderilen 9 binin üzerinde davetli buluştu. Bu gelenlerden 4 bin 803'ü gıda sektöründe emekçi ya da çiftçi, hayvan yetiştiricisi ya da balıkçı; 953'ü aşçıydı. 225 üniversiteden 411 akademisyen de toplantılara katıldı. Gözlemci ya da medya mensubu olarak 2 bin 320 kişi bu endüstri kentine akın ederken, 776 gönüllü ziyaretçi ordusunu tamamlıyordu. Doğrusu insan böyle bir tabloyu gözünün önünde canlandırmakta bile zorlanıyor. 'Terra Madre' (Toprak Ana) adı verilen bir platform oluşturmak üzere dünyanın dört bir yanından yiyecek içecekle uğraşan bu insanlar Torino'da bir araya geldiklerinde, bu kadar kişiyi yatıracak otel, motel kalmadığı için, benzer işlerde çalışan gönüllü aileler yabancıları evlerinde konuk ettiler. Konuklar birbirleriyle tanışıp kaynaştılar, kendi ilgi alanlarında hazırlanmış toplantılara katıldılar. Ortak sorunlarını dertlerini birbirlerine açtılar, deneyimlerini aktardılar; iki yıl sonra buluşmak üzere ayrıldılar. Toplantıların hemen ardından yayınlanan, katılanların kimlik bilgilerini ve adreslerini içeren kitabı gördüm; İstanbul'un basılmış son telefon rehberi kalınlığındaydı.
'FAST FOOD BİR TEHDİTTİR' Birincisi 2004 yılında yapılan ve o zaman da 5 bin kişinin katıldığı Toprak Ana toplantıları, Slow Food'un tek büyük projesi değil. Parma'da bir gastronomi üniversitesi, Torino'da iki yılda bir düzenlenen, bence dünyanın en büyük ve kapsamlı gurme fuarı, tekdüzeleşen yeme içme ortamında çocuklara yeniden tat almayı öğreten eğitim programları ve daha nice önemli etkinlik ilk akla gelenler. Ancak hareketin başladığı ülke İtalya dışında da hemen her ülkede yerel üyeler kendileri için gerekli buldukları çalışmalar yapıyor, hareketin boyutları gün geçtikçe büyüyor. Bugün Andorra'dan Zambiya'ya kadar dünyanın hemen bütün ülkelerinde örgütlenen ya da temsilcisi bulunan Slow Food hareketinin lokomotifi, lideri Carlo Petrini adlı bir sosyolog ve gazeteci. Artık efsaneleşen bilgilere göre, 1986 yılında Petrini, arkadaşlarıyla birlikte, Roma'da yeni açılan ilk McDonald's restoranının yakınındaki bir kafede otururlarken, yayılan kızarmış patates kokusundan rahatsız olurlar. Yerel lezzetlere gönül vermiş bu grup, Avrupa kültürünün en önemli kalelerinden İtalya'da, Amerika'dan gelen fast food akımına karşı bir şeyler yapmaya o anda karar verirler ve harekete geçerler. Hızlı yaşamaya ve yerel tatlar için bir tehdit olarak gördükleri fabrikasyon yiyecek üretimine karşı örgütlenirler. Bugün bütün dünyada 80 bin üyesi bulunan Slow Food hareketinin lideri Petrini ile geçtiğimiz hafta İstanbul'da buluştuk. Toprak Ana projesinden önce, dört yıl süreyle örgütün büyük bir başarıyla sürdürdüğü Slow Food Ödülleri'nin Türkiye'deki ilk jüri üyeleri Muhtar Katırcıoğlu ve Aylin Tan'ın da katılımıyla, birlikte uzun saatler geçirdik; gurme fuarı Salone del Gusto'da davetli olarak Türk mutfağını tanıtan ünlü şef Mehmet Gürs'ün restoranı Mikla'da yemek yedik. İtalya'daki Gastronomi Üniversitesinde öğrenim görmekte olan üç Türk gencinin eşlik ettiği Petrini, İstanbul'dan sonra Gökçeada, İzmir ve Bodrum'u da ziyaret edecek, yerel lezzetlerimizi tanıyacaktı. Buluşmamızda, Slow Food'un artık dünyayı çığ gibi sardığını söyledi Petrini. Felsefesi küresel olmakla birlikte, uygulamalarının yerelliği, Slow Food hareketinin başarısında en önemli etken olmuştu. Laponya'da küçük bir üreticinin kendisine, Toprak Ana toplantıları sırasında tanıştığı Moğolistanlı bir meslektaşı ile internet aracılığıyla bağlantı içinde olduğunu, karşılıklı ortak sorunlarına çözüm getirmeye çalıştıklarını söylediğini anlattı. Hareketi Petrini başlattığı halde, artık sistem gelişmesini onun etrafında ve kendiliğinden sürdürüyordu.
AYI DAĞI'NDAN GELEN ÖDÜL Petrini'nin Türkiye'ye geleceğini öğrenen Veli Gülas, İstanbul'daki oğlu aracılığıyla bir kavanoz çok özel balından göndermişti. Veli Gülas'ın Kafkas arıları, Çamlıhemşin'deki kara kovanlarında, emsalsiz ballar üretiyor. Çevresinde artık kimsenin yapmadığı bu işi ısrarla sürdürmesi Gülas'a ilk Slow Food yarışmasında büyük ödülü getirmişti. 1200 metre yükseklikteki Ayı Dağı zirvesinde arılarının çok özel çiçeklerden topladıkları bu balın Slow Food ödülü sayesinde elde edilebildiğini anlattı oğul Behçet Gülas. Ödülün parası ile ormanın içinden, zirveye, kovanları taşıyabileceği bir yol açtırmış, ayrıca kovan sayısını da artırmıştı. Onu dinlerken Petrini'nin gözlerindeki pırıltı görülmeye değerdi. Bu öğrendiklerinin, onu, bugüne dek kendisine sunulan sayısız fahri doktora ya da büyük ödülden daha fazla gururlandırdığından eminim.
|