Pazar pazar azar azar tefekkür
Gözünü bir noktasına dikiyor.
Bir mesafeden, azıcık dışına çıkarak tümünü görebilmek, anlayabilmek zahmetli geliyor.
Burnunu "tablo" ya dayıyor.
Sonra da "bütün tablo" yu gördüğünü sanıyor.
Burnunda boya izi, bütün ömrü; bütün tabloyu gördüğünü, tüm çizgileri, tüm renkleri, tüm gölgeleri, tüm manaları kavradığını zannederek geçiriyor.
"Bütün tablo" yu gördüğünde hep ısrar ediyor.
O burunla, bir noktaya gömülmüş de tabloyu kaçırmış burunla, ülke idare ediyor, ordu sevk ediyor, üniversite yönetiyor, yatırım yapıyor, gazete çıkarıyor, haberler, yazılar yuvarlıyor, ders veriyor, azarlıyor, had bildiriyor, işe gidiyor, çocuk yetiştiriyor, genç oluyor, büyüyor, yaşlanıyor, kızıyor, kavga ediyor, öğüt veriyor, anlatıyor, susuyor, dinlemiyor, seviyor, nefret ediyor.
"Oku" diye başlamıştı oysa "Kitap" da.
Pek bir şey okumadı.
Okuduğunu anlamadı.
Anladığını yanlış anladı.
Yanlış anladığını tek doğru saydı.
Tek doğrusundan asla kuşkulanmadı.
Burnu tablonun bir noktasında kalakaldı.
Burnu boyandı.
Damgalandı ve onu kimlik, kişilik bildi.
Burnunun ucunu dahi görmeden, görebildiği her şeyi, her şey sandı.
Gerçekten bilmek istedin mi hiç?
Neyi, ne kadar bilmek istedin?
Hiç bilmek istemedin de bilirmiş gibi yaptın muhtemelen.
Ne kadar da emindin.
Bir yılan gibi dilini; komşudan hiç tanımadığına, başkalarının gizli saklı yahut teşhire teşne hayatının içine içine kıvıra kıvıra sokacak kadar meraklı olup da, hakikaten hakiki hakikatlerin peşine düşmekten böyle kaçmayı nasıl becerdin?
Okul, öğrenmeyi kışkırtacaktı.
Kışkırtıcılıktan suçlu, zincire vuruldu.
Pastadan büyük lokma koparmanın yahut kırıntıya rızanın piyangosuna şans topu kılındı.
Öğrenmeyi, sormayı, sorgulamayı, şüpheyi, yeniden düşünmeyi, özgür ve bağımsız ifadeyi kışkırtacaktı; safrasını atan bir organ gibi çoğu çocuğunu boşluğa fışkırttı.
Okul üstüne ne çok yalan söylendi.
Ve okul üstüne en çok yalanı okul söyledi. İşimize geldi.
Kendini, geçmişinin tüm renklerini, asli derdini, hakiki acısını, kuşaktan kuşağa devreden ve her kuşağın üstüne devrilen gerçek tasasını, geleceğini görmekten, konuşmaktan, sebebi ve çaresi üstüne düşünmekten ve de ğiştirmeye uğraşmaktan bu kadar kaçınan;
Aklının, vicdanının, hayatının, mutluluğunun, huzurunun, kendine saygısının, insan olarak manasının gelişmesini engelleyen ve burnunu ittire kaktıra, herhangi bir tablonun tek noktasına yapıştırıp körleştiren tüm kir, pas, cila, makyaj, boyadan sıyrılmayı istemeyen;
Ivır zıvırla oyalanmayı marifet, oyalayanı şöhret bilen, sözde "Şeytan ayrıntıda gizlidir" diyerek teferruat içinde şeytanlaşabilen;
Dünyasını, ruhunu, aklını ve vicdanını; kendini, birbirini, hayatı (ve ölümü) tüm zenginliği ve elbet yoksulluğu içinde anlamaya, idrak için gayrete yöneltmeyi reddeden;
Hakikati arama mutluluğunu, tabii ki bazen, belki sıkça, öğrenmenin, bilmenin, kuşkulanıp durmadan düşünmenin ve de anlatmanın, dinlemenin, değişimin, değiştirmenin, bazen direnmenin, boyun eğmemenin huzursuz keyfini ıskalayan;
Lakin her şeyi bilen; Biz değildik; Siz hiç değildiniz tabii!
|