|
|
Kimsenin dünyayı kurtaracağı yok!
'Arthur ve Minimoylar' filmiyle izleyiciyi barışçıl bir evrene götüren ünlü Fransız sinemacı Luc Besson, bir günlüğüne geldiği İstanbul'da Boğaz havası almayı ihmal etmedi. Manzaraya rağmen gelecekten umudunun olmadığını şu sözlerle ifade etti: Çevre kirliliğine bakınca, karşımızdaki 10-15 bin mülteci sorunu 20 yıl sonra hiç kalacak!
Dokuz yıl önce 'Beşinci Element' vesilesiyle ilk kez geldiği İstanbul'da yaptığımız söyleşinin başlığı da aynen böyleydi. "Zaten dünyanın gidişatı değişmiyor ki!" diyor. Luc Besson cuma günü vizyonumuza giren yeni filmi 'Arthur ve Minimoylar'ın tanıtımı için ikinci kez İstanbul'daydı. Artık uluslararası projelere imza atan yapım şirketiyle güçlü ve zengin bir sinemacı kendisi. Yani 'Metro', 'Nikita' ve 'Derinlik Sarhoşluğu' gibi filmlerle 80'lerin Fransız Sineması'na genç ve parlak bir yönetmen olarak düştüğü zamanlardan bu yana, sineması da dahil çok şey değişti.
SİNEMAYA BORÇLUYUM Biliyoruz ki; 17 yaşında elinde bavulu, annesinin evinden sinemacı olmak için yollara düştüğünde çok sıkıntı çekmiş. Setlerde çaycılık yapabilmek için bile altı ay kapıları aşındırmış. Şimdi kazandığı ortada! "Başlangıçta kendimi ispat etmek zorundaydım. Artık kazandıklarımı ve öğrendiklerimi gençlere, çocuklara aktarmak istiyorum. Borçluyum" diyor zaten o da... Öğrendiklerini ise, kötü ile iyinin savaştığı 'Arthur ve Minimoylar' gibi masal kıvamında aktarıyor. Hepimiz gibi ırk, din, dil farkı gözetmeksizin barışçıl bir dünya istiyor. 'Çocuk' deyince yüzü gülüyor. Sinemayla ilgili soruları ise geçiştirerek çevre ve mülteci sorunlarından söz ediyor. Zaten bu söyleşide de kahkaha efekti yok!
* İlk söyleşimizden bu yana neler değişti hayatınızda? Yeniden bir söyleşi yapmamız çok hoş ve önemli. Çünkü bizim sektörde dayanmak, tutunmak çok zor biliyorsun. Başarmışız yani! İster film yap, ister film yaz ikisi de zor... Soruya gelirsek; yaş ilerledi, birkaç tane daha çocuğum (toplam beş) oldu.
* Artık Fransa'nın en güçlü sinemacısı olarak anılıyorsunuz, Hollywood'dan teklifler eksik olmuyordur... İnsan kariyerine başlarken yaşlı kuşağa karşı savaşıyor çünkü kendinizi ispatlanmanız gerekiyor. Sınırları zorlamak, bazılarına had bildirmek gerek. Yaş ilerleyince, dönüp genç kuşağa bakmak istiyorsunuz. Özellikle son birkaç yıldır böyle hissediyorum. 'Arthur' buna önemli bir örnek. Şimdi öğrendiğim şeyleri çocuklara anlatmak istiyorum. Yapımcı olarak yeni yeteneklere şans vermek istiyorum.
* Bu, kendini ispatlamanın getirdiği bir rahatlık mı? Belki ama daha önemlisi çocukları korumak, kollamak istiyorum. Bir yetişkin olarak kendimle pek de gurur duymuyorum. Yani yaşadığımız gezegene baksanıza! Genç kuşağa karşı sorumluluk hissediyor, daha da fenası utanıyorum. Önlem almazsak çocuklarımız hayatta nasıl kalacak bilmiyorum. En azından yapabildiğim ölçüde, filmlerle yol göstermeye çalışıyorum. Çevre sorunları, politika, savaşlar hep birbirine bağlı. Hepsinin ardında da güç ve para arayışı var.
* Ne olacak bu dünyanın sonu? Bu gidişle kimsenin dünyayı kurtacağı yok! Zaten gidişat değişmiyor ki! Çevre kirliliğine bakınca karşımızdaki 10-15 bin mülteci sorunu 20 yıl sonra bir hiç kalacak ve birkaç yüz milyon mülteci olacak. Kuraklık yaşayan, suyu ekmeği olmayan o ülkelerdeki insanların orada kalıp öleceğini mi düşünüyorlar. Tabii ki kuzeye, başka yerlere gidecekler. O zaman şimdiki gibi ağırdan alıp kapınıza gelen insanı kabul edip etmemek gibi bir şansınız olmayacak. Mantıklı olan; şimdiden radikal bir değişiklik yaparak dünyayı mahvetmekten vazgeçerek önlem almalıyız.
|