|
|
Ben terk edilecek adam mıyım?
Ayrıcalığını etkisinden kazanan, sıradışı bir yazar Hıncal Uluç. Hayata yaklaşımı, nevi şahsına münhasır kişiliği, açık gibi gözükürkenki kapalılığı, kapalı gibi dururkenki açıklığı, duruşuyla bile bir şey söyleyen, bir şey öğreten, köşeli bir kişilik olan Hıncal Uluç'u ya sevmeli ya da öldürmeli. Ama onu terk etmek kolay mı?
Aşk kırgını
Ecevit yazısından sonra olumsuz tepki almadığını söyleyen Hıncal Uluç, "Kimi 'Helal olsun benim söyleyemediğimi söyledi' diyor, kimi 'Pezevenk benim söylemediğimi söyledi,' diye nefret ediyor," diyor.
O, Hıncal Uluç! Bir kadın tarafından terk edilmeyi, dışa karşı gurur meselesi yapmayıp söylediği halde, biten o ilişkinin ardından, içten içe "Demek beni kullandı ve benimle işi bitti," saptamasını yapmasına ramak kala, "Acaba böyle düşünerek bir savunma mekanizması mı geliştirdim?" diye soracak kadar kendine dışardan bakabilen, güçlü bir adam. O, uzunca bir zaman sevdiği insanlara "Seni seviyorum," demeyi kendine çok görüp, bu eksiğinin farkına varır varmaz sevgisini haykırabilen, sıcak bir adam. O, mesleğinde oluşturduğu özgün prensipleriyle deneyimsiz kalemlere deneyim kazandıran, hayata karşı tavır almayı özendiren bir adam. O, müdavimlik hissini yalnızlığına pansuman etmeyip, kaderini çoğaltan adam. En önemlisi; kompartımanlar halinde yaşayıp düşündüğü halde, hayattan bütün olarak tat almayı başarabilen bir adam... O, herkesin, herkesi olduğu gibi, onun da bir kere yanıltma hakkı olduğunun farkında olan, bilinçli bir adam. Yoksa o sefer, bu sefer mi?
- Hıncal Bey, kalabalıklar içinde yalnız bir adam olduğunuzu var sayıyorum. Bunun bir tercih olup olmadığını da sizin incelemenizi istiyorum... - Doğru, ben yalnız bir adamım. Kapıyı anahtarla açmanın, beni ne denli rahatsız ettiğini de her fırsatta söylerim. Ama ben yalnız yaşamak istemiyorum diye de, eve herhangi birini koyamam. "İşte bu," demeliyim. Benim "İşte bu," dediğim kadının da, aynı şekilde benim için "İşte bu," demesi gerekiyor. Benim dediğim bana demiyor, onun dediğine ben diyemiyorum.
- Altı yıl birlikte yaşadığınız bir kadın tarafından terk edildiğinizi yazmıştınız ya... Ece Gürsel'i 'sweatheart'ınız ilan edip, stüdyo çekimlerini gerçekleştirdiğinizde, o altı yıllık ilişki bitti diye bir bocalama dönemi mi yaşıyordunuz? - O altı ay öncesinden, Özgür Yici (Haftalık dergisinin o dönemki yayın yönetmeni) ile planladığımız bir şeydi. Planlandığı sırada ayrı değildik.
- O ilişkiniz için tamamen 'aşk' diyebilir miyiz? - Evet. Karımdan bu yana hayatımdaki en değerli insan.
- Ya şimdi? - Şimdi yok.
- Şimdi yok, ama değeri? - Şimdi aklımda soru işaretleri var.
- Ne gibi? - Bazı göstergeler oldu. "Acaba kullanıldım mı?" diye.
- Hıncal Uluç bu akılla böyle bir duruma düşebiliyor mu? - Çok yakın dostlarım ya da dostlarım zannettiğim insanlarca da çok kullanıldığımı hissettim. "Bu da onlardan biri miydi?" acaba diye düşündüm.
- "Kullanıldım mı?" sorusunu ilişki bitince mi sorma ihtiyacı hissettiniz? - Hayır. Beraberliğimizin son zamanlarında o kadar akla hayale gelmez sözler ve jestler yapıyordu ki... Beni ne kadar sevdiğini ispatlamak ister gibiydi ve müthiş bir çaba içersine girmişti. Ben de ona, "Bence sen beni ne kadar sevdiğini 'kendine' ispat etmeye çalışıyorsun," demiştim. Görüyorsun tabii; ilişki gidiyor...
- Sizin için 'aşk kırgını' diyebilir miyiz? - Diyebilirsiniz. Ama kızı da 'kullandı' diye itham etmek istemiyorum. Çünkü bu kadar değer verdiğiniz birisi sizi terk ettiğinde, insanın savunma mekanizması kurması da normaldir. Yani "Ben terk edilecek adam mıyım?" gibilerden... Ama bazı noktalar da puzzle gibi 'şak' diye oturuyor.
ŞEBNEM AKSON
|