| |
Sermaye burjuva olmasa da eskisinden daha bilinçli...
Böyle klişe sözler var belleğimizde... Mesela "Burjuva sınıfı olmadan bir ülkede demokrasi de olmaz" veya "Sanayi toplumuna geçmiş olmayan ülkelerde demokrasi de sağlıklı olamaz" gibi... Bizim ideal model olarak gördüğümüz "Liberal demokrasi" veya geniş anlamı ile "Klasik demokrasi" dışında, sayısız demokrasi türü olduğunu biliyoruz. Ama bazı totaliter rejimlerin bile kendilerine özgü demokrasi modellerine sahip oldukları dünyada, burjuvası olmayan ve tarımdan endüstriye geçme aşamasındaki ülkelerde bile "Klasik demokrasi" olabiliyor. Örnek olarak Hindistan'ı ve Senegal'i verebiliriz. Buna karşı sanayileşmesini tamamlamış, sınıfları oluşmuş Almanya ve İtalya gibi ülkelerde, 20'nci yüzyılda faşizmin demokrasiyi yenmesini de hatırlayabiliriz. Japonya'ya ise demokrasinin iki atom bombası atılarak getirilmesini, tarihe bir not olarak düşmemiz mümkündür. Türk demokrasisi de bu açıdan kendine özgü bir yapıda.
KÖYLÜ-KENTLİ CHP ilk kez "Ortanın Solu" sloganı ile 1965'te seçime girip yenildiğinde, Türkiye'de demokrasiyi başlatan devlet adamı İsmet İnönü ile bir söyleşi yapmıştım. İnönü'ye Ortanın Solu sloganına dayalı olarak, sınıflar arasındaki ilişkiler hakkında görüşlerini sorduğumda şiddetle itiraz etmiş ve "Türkiye'de sınıflar yok, köylüler ve kentliler var" demişti. Aslında askeri müdahaleler ve çeşitli olaylar nedeniyle, Türk demokrasisinde "Seçilmişler" ve "Atanmışlar" dengesinin de bulunduğunu defalarca öğrendik. Bazıları bunu demokrasideki "Derin Devlet" öğesini vurgulayarak da seslendirdiler. Türkiye'de sanayileşmenin gelişmesi, köyden kente kayan nüfustaki artış, "Bu arada bir de burjuva sınıfı mı oluştu" sorularını da sürekli gündeme getiriyor. Örneğin TÜSİAD'ın varlığı, burjuva sınıfının da var olduğuna kanıt teşkil edebilir mi? Aslında Türk sermaye sınıfının güçlenmeye başladığı kesin. Ancak bu sınıf üyelerinin gerek devlet, gerekse siyasi ve ekonomik krizler karşısında ne kadar güçsüz oldukları da ortada.
GLOBALLEŞME Gelişmiş ülke sermayelerinin arkalarındaki dünya savaşlarını, global krizleri aşarak bugüne geldiklerini ve çok uluslu şirketlerin devletler kadar güçlü olduklarını düşünürsek, var olduğu varsayılan Türk burjuvazisinin ölçüleri daha iyi görülebilir. Türkiye'de sermaye sınıfının daha da güçlenmesi ve her krizde verem olmaması, ancak bunların global sermaye ve ekonomi ile kaynaşmalarına bağlıdır. Bu açıdan en akılcı yolu bir süredir TÜSİAD izliyor. Her değişen iktidarda hükümetlere yakın olmaya çalışan, her askeri darbede 10'uncu yıl marşları söyleyen TÜSİAD'çılar da, artık "Laik ve çoğulcu demokrasi"yi koruyarak, gelişmiş dünya ile entegrasyona girmenin, varlıklarının güvencesi olduğunu anlamaya başlamışlardır. Özellikle AB'ye uyum konusundaki çalışmalarda, TÜSİAD bu açıdan büyük katkılar sağlamıştır. Neticede hukukun üstün olduğu rejimlerde, mülkiyet hakkının ve serbest rekabetin de kutsandığını artık Türk sermayesi de öğrenmiştir.
AKILLANIYORLAR Eğer olaylara ideolojik açıdan bakmazsanız, TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı'nın "Hiçbir milli eğitim sorunu laiklikten önemli olamaz. Bunu gördüğümüz zaman bayrağı çekeriz" içerikli sözlerini de böyle değerlendirirsiniz. Bu sözler TÜSİAD'ın AK Parti iktidarına karşı, bazılarının yaptığı gibi rejim kavgası başlatması anlamına gelmiyor. Türkiye'nin gelişmiş dünya ile kaynaşmasının ana öğelerinden biri olan laikliğin, her kesimce önemsenmesi gerektiğini hatırlatıyor. Çünkü Sabancı aynı konuşmada, AB'ye uyum için TCK 301'in de değişmesi konusunda görüş belirtmiştir. Yani bazıları gibi, "AB bizi bölmek istiyor, rest çekelim" dememiştir. Türkiye'de burjuvazi ne zaman oluşur bilemeyiz. Ama Türk sermaye kesiminin akıllanmaya, bilinçlenmeye başladığını kesin olarak söylemeliyiz.
|