Bikinideki göbek bağı
Kadın ve erkeğin yarı çıplak bir halde denize girdiklerini gösteren fotoğrafların Avrupa'daki gazete ve dergilerde yayınlanması, büyük bir şaşkınlık yaratıyordu ülkemizde. Gerçi, İstanbul'da da denize giriliyordu 100 yıl öncesinde ama harem ve selamlık uygulaması, bu 'kamusal alan' için de geçerliydi. Üstelik, o yıllarda plajlar 'Deniz Hamamı' olarak anılıyordu. Osmanlı insanının, yüzmek ile yıkanmak arasındaki farkı kavrayamayıp, 'hamam' tanımını kullanmasının nedeni, cumbasız evleri andıran, içinden denize girilmesi amacıyla suya yapılan garip yapılardı... Bahar aylarında, havaların ısınmasıyla birlikte, uzun donlu adamlar, denize çaktıkları kazıkların arasını tahtalarla örerlerdi. Evinin penceresinden deniz görünmese bile, keser seslerini duyan bir İstanbullu, deniz hamamının hazırlanmaya başlandığını anlardı. 19. yüzyılın ortalarında görünmeye başlayan, kıyıya iskeleyle bağlı olan deniz hamamları, haremlik/ selamlık geleneğinin denize inmesinden başka bir şey değildir.
DENİZ HAMAMLARI Deniz hamamının kadınlar kısmından yükselen şarkılar, çapkın erkekleri yağ gibi eritirdi. Birçok erkeğin, Hezarfen Ahmet Çelebi gibi kanat takıp uçmayı deneme olasılığı düşünüldüğünden, kadın kısmının üstü örtülürdü. Yüzen kadınların kahkahalarını daha yakından duymak isteyen erkekler, asılırlardı sandalların küreklerine. Ne var ki, deniz hamamının bekçileri de sandal içinde pusuya yatar, balık tutma numarasıyla yaklaşan erkekleri düdük sesiyle uyarırlardı. Ahlak bekçilerinin hepsi de tabii ki erkekti!.. Erkeklerin yüzmek için giydiklerine 'Deniz banyosu donu', kadınların giydiklerine ise 'Denizlik' denilirdi. Çatılarına kurutulmak üzere bayrak gibi asılan peştemal ve donlarıyla deniz hamamlarını birer 'Ortaçağ kalesi'ne benzeten yazar Ekrem Işın, kadınların giydiği denizliği şöyle tanımlar: "Bir tek feracesi eksik olan bu deniz kıyafeti, kadının boğazına kasnak gibi oturur, kolları dirseğe kadar örterek dizaltına, bazen da ayak bileklerine kadar uzanırdı. Bu tür bir kıyafetle denize girmek, sokağa çıkmaktan farksızdı." Deniz hamamları Moda, Fenerbahçe, Yeşilköy, Bebek, Salıpazarı'nda kurulurdu. En ilginci ise Galata rıhtımı, evet yanlış okumadınız Galata rıhtımında kurulan deniz hamamıdır. Giriş 60 para, loca 100 paraydı. "Yok, ille de lüks loca isterim," derseniz, girişteki kulübede oturan bekçiye beş kuruş ödemeniz gerekirdi.
PARLAYAN YILDIZ, FLORYA Zaman geçtikçe, deniz hamamlarının plajlara dönüştüğünü görürüz. Bu geçişi, 1923 devrimine borçlu olduğumuzu yazmamıza sanırım gerek yoktur! Cumhuriyet sonrasında, yıldızı parlayan yerlerin başında Florya kıyıları gelir. Denize girmek tutkusu insanları yüreğinde dalgalanmaya başlamadan önce, Florya kıyılarının İstanbullu için ne anlama geldiğini öğrenmek üzere şair Ziya Osman Saba'nın anılarına bir göz atalım: "O zamanların Arap harfleriyle Fulurya'nın berisinde uzanan, bugünün Latin harfleriyle Florya'sı ise, 'Başınıza güneş geçer' tehdidiyle gitmemiz, ilerlememiz menedilen, merak veya cesaret edip birkaç adım atacak olsak, süslü iskarpinlerimizin içine, kabahatimizi ne de çabuk meydana çıkaracak, bizi hemen de eleverecek müzevir kum tanelerinin doluverdiği, zaten bir iki adımdan sonra ilerleyemez olduğumuz, gözlerimimz kamaşmış, tabanlarımız kızışmış, kendimizi hemen çayırların 'sahil-i selamet'ine attığımız, yasak, yalnız yasak mı, yasak olduğu kadar da korkunç bir bölgeydi." Florya kıyılarında denize ilk girenler, Bolşevik devriminden kaçarak 1920'lerin başında İstanbula'a gelen beyaz Ruslardı. Bu semte yerleştirilen Rusların sıcak yaz günlerinde denize girmeleriyle Florya, erkeklerin gözdesi oluverir. Anastas adlı bir Rum'un açık hava meyhanesi kurmasıyla hareketlenmeye başlayan Florya, yine Rumlar tarafından açılan 'Solaryum' ve 'Haylayf' plajlarıyla, mayosunu kapanın koştuğu bir semte dönüşür. 1936 yılının sıcak bir haziran gününde, Florya'nın denizi gören sırtında üç araba durur. Yolculardan biri şu soruyu sorar yanındakilere: "Bu deniz bize küskün görünmüyor mu?" Atatürk'ün bu sorusu kaderini değiştirir Florya'nın. Atatürk, yaptırdığı deniz köşkünde denize girmeye başlayınca, toplumun mayoya olan bakışı da değişir. O yıllar, mayonun 'Deniz banyosu elbisesi' adıyla anıldığı, gazetelerde ithal mayo reklamlarının yer aldığı yıllardır. 5 Temmuz 1946, kadın mayolarında büyük bir devrimin yaşandığı tarihtir. Fransız modacı Louis Reard, koleksiyonun da 'Bikini' adını verdiği iki parça mayoyu sergiler. Reard'ın, buluşuna bu adı vermesinin nedeni, ABD'nin dört gün önce Pasifik'teki Bikini Adası'nda yaptığı atom bombası denemesidir. Modacı, buluşunun atom bombası gibi patlama yapacağını düşünerek onu 'Bikini' adıyla sunar. Kadınların göbeğini açığa çıkaran mayonun adına, nice kadının, göbek bağının kesilmesiyle dünyaya getirdiği çocukları öldüren bir savaş silahınının neden olması düşündürücü değil mi? Şair ve yazar Necati Cumalı'ya bir arkadaşından, "19.2.1940" tarihini taşıyan bir mektup gelir. Mektubun içinde bir de şiir vardır. Şiir şu iki dizeyle başlar: Karpuz kabuğu suya değinceye dek, Mayo düşünülmez Mayonun adının geçtiği az sayıdaki şiirlerden biri, belki de ilki olan bu dizeler Rüştü Onur'un imzasını taşır. Rüştü Onur, denize girmeye doyamadan, 22 yaşında veremden ölen bir şairimizdir. Ortaköy Mezarlığı'nda, senatoryumda tanıştığı ve kendinden üç hafta önce ölen karısının yanına gömülüdür!..
|