| |
Bilginin, kararlılığı sarsması tehlikesi var...
Dünyada yüz milyonlarca tüketicinin kullandığı, bir video kayıt cihazı veya cep telefonu benzeri aygıtlar hakkında, bunların orta yaşlı sahiplerinin şöyle konuştuğunu sık sık duyarsınız: - Ben bunları sadece açıp kapamasını biliyorum. Ama bizim oğlan bunları çok iyi kullanıyor, bunların ıcığını cıcığını biliyor. Bir de eski kuşağın çocuklarına bakış açısını hatırlayın. Evlerde misafir odasının baş köşesinde duran radyoya çocukların el sürmesi yasaktı. Kuşakların sadece teknolojiye bakış açısındaki farklılığı yansıtmıyor bu tablo. Sadece teknoloji karmaşıklaşmadı çünkü. Siyaset de, ekonomi de, tüm toplumsal ilişkiler de, eskisinden çok yoğun karmaşıklıklar içine girdi. Bir cep telefonunun kullanımını, genç kuşaklar daha derinine beceriyor. Çünkü onlar bilgisayar kuşağının çocukları. Ama neticede onlar da henüz sadece "Kullanıcı" statüsünde. Kullanımına hakim oldukları aygıtların nasıl icat edildiğini, bunları dünya pazarlarına sunan girişim gücünün ne tür karmaşık ilişkileri gerçekleştirmeyi başardığını çoğunlukla henüz bilmiyorlar. Bu açıdan satın aldıkları aygıtları tam kullanmayı beceremeyen eski kuşaklar da, bunları oyuncak gibi kullanan yeni kuşaklar da, siyaseti anlamak ve katılmak konusunda, hala "Radyo Çağı"ndalar. Düşünün ki, bir basit elektronik aleti de, yeni model bir otomobili de aldığınızda, kitap kalınlığında kullanım kitapçıkları birlikte veriliyor. Her bir kitapçığı okumak, bir nevi teknik meslek okulu dersi sınavına çalışmak gibi bir çabayı gerektiriyor.
EZBERLETİLMİŞLİK Bu teknolojik aşamaları da, bunların altyapısını da mümkün kılan siyasi ve ekonomik istikrar ortamının sorumlusu olan "Siyaset" konusunda hangi tüketici, kaç kullanım kitapçığı okuyup, yazılanları öğrenmek için vakit ayırıyor? Bugünün karmaşık siyaset ve diplomasi ilişkilerine, geçen yüzyıldan kalma "Ezberletilmiş bilgiler"le yorum getirmek veya tepki göstermek, bir cep telefonunun kullanılmasına gösterilen özenden nasıl az olabilir? Siyasetin topluma yansıma biçiminin ağırlıkla "Slogancılık" olmasını gözlerken, kendi kendinize, "Bu ülkenin üniversiteleri, özerk ve özgür düşünce odakları, sorumlu medyası nerede" diye sormuyor musunuz? Bir yanda her an ve her fırsatta bütün gün göbek atmak için bekleyenlerin gösterildiği televizyon programları ve bir yanda da aynı televizyon kanallarında "Laiklik elden gidiyor" söylemlerinin seslendirildiği gece yarısı sonrası sohbetleri... Gerçekten laiklik elden gidiyorsa, bu pembe ve kırmızı dizilerden daha önemli değil midir? Bir yanda devlet ve toplum katında yaygınlaşan antiAmerikancılık, bir yanda da, savunma dış alımlarında Amerikan F35 savaş uçaklarının gündemdeki rekor alım rakamı var. Bu paradoksal yapıyı bize açıklayacak bir kullanım kitabı geçti mi hiç elinize?
KARARLILIK Bir tarihi olayı, o tarihi yapanlardan daha katı yorumlayıp, bugünün dünyasına tabu olarak taşımak, hangi çağdaş akla sığar? 2006'da eğer hala söz sahibi kişiler yabancı sermayeyi, AB'yi, globalleşmeyi "Anti-emperyalizm" açısından ele alıyorsa, bunun OECD'nin, NATO'nun, Avrupa Konseyi'nin üyesi Türkiye'ye uyan hangi yanı olabilir? Hep 28 Şubat postmodern askeri müdahalesi döneminde, dönemin güçlü adamı Çevik Bir'le, Milliyet yazarı Taha Akyol arasında geçen diyalogu hatırlıyorum. Akyol, "Uygulamalarınız konusunda neden sosyologlara danışmıyorsunuz" deyince, Bir "Biz askeriz. Sosyologlara danışırsak kararlılığımız sarsılır" demişti ya. Bugün de sloganları sarsılmasın diye, ne tarihçilere, ne sosyologlara, ne siyasal bilimcilere danışmak gereğini hisseden kararlı bir kesim sesini yükseltiyor Türkiye'de... Toplumu gerdikleri ve kamplaştırdıkları zaman, siyaseti daha iyi icra edeceklerini sanıyorlar.
|