| |
Dün dünle birlikte bitti cancağızım...
Hayatın içinde yaşarken, "Değişim"i kavramak kolay değil. Her gün aynada kendi yüzüne bakan bir insan yaşlandığını nasıl anlar ki? Bunun için bir eski fotoğraftaki görüntü ile aynadaki görüntüyü karşılaştırmak, en sağlıklı yöntemdir. Toplumun siyasi liderlere bakışı da, galiba insanın kendi yüzüne aynada bakmasından farklı değil. Öyle olmasa Ecevit'i sonsuz yolculuğuna uğurlayan kitleler, hala onu mavi gömlekli, beyaz güvercinli Karaoğlan olarak görmezdi. Tabii ki Ecevit de "Değişim"in bir ürünüydü. Atatürk'ten de, İnönü'den de daha "Yeni"ydi. Dünyaya da, siyasete de kendisinden önceki kuşaklardan çok farklı bakıyordu. Çünkü dünya da, siyaset de eskisinden farklıydı. Bu gerçeği Ecevit'in cenaze töreninin naklen yayını sırasında NTV'de konuşan Erdal İnönü çok özlü biçimde anlattı. Not tutmadığım için, aklımda kalanı ile şöyle dedi özetle: - Atatürk ve babam İnönü kuşağı için politika, dış dünyaya karşı ülkede birlik anlamına gelirdi. Ecevit kuşağı politikacılar ise, farklılıklar üzerinden siyaset yapardı.
SOLDA BİRLİK Bu açıdan bakabildiğiniz zaman Ecevit'in de günümüz toplumu için, "Eski kuşak" siyasetçilerinden biri konumunda yaşama veda ettiğini görmemeniz imkansızdır. Bırakın ülkede siyasi birliği veya sağsol ayrılıkları üzerinden siyaset etmeyi, artık solda bile "Birlik"in mümkün olmadığı yeni bir dünyadır bu şimdiki... Ama bu yeni dünyayı anlamayanlar, varlık sebebi değişimi günü gününe izlemek olan medyada da fazlasıyla var. Çok eski zamanlardan söz etmiyoruz. Dün kadar yakın geçmişte, "Merkez medya" diye nitelenen birkaç gazete ve televizyon kanalı, bir konuyu ya da kişiyi ele alıp, onu yıpratmak hatta yok etmek üzere yayın yaptıkları zaman, bu çoğunlukla hedefe ulaşırdı. Çünkü bu kesim medya hem çoğunluğun hem de devletin sesini yansıtırdı. Bugün ise, merkez medyada hangi konu bir açıdan ele alınırsa, aynı güce ve izlenme oranına sahip "Diğer medya" tarafından, başka bir açıdan haberleştirilip, yorumlanabiliyor. Merkez medyanın önünde durulması mümkün olmayan gücü, bir diğer medya tarafından dengelendi özetle.
ÇOK MERKEZLİLİK Bunu 2002 seçimleri öncesinde Tayyip Erdoğan'a karşı açılan medyatik kampanyanın etkili olmaması ile de görmedik mi? Şimdi de mesela "İslami sermaye" nitelemesiyle ele alınan bazı şirketlere dönük haberler kampanya halinde sürdürülürken, bakıyorsunuz o şirketlerin ürünlerini reklamları merkez medyanın organlarında yayınlanıyor. Ve "Diğer medya" da, o haber kampanyalarını sürdürenlerin sermayelerine karşı, benzer bir kampanyayı başlatıyor. Değişimin getirdiği bu yeni gerçeği kavramaktan öteye, bu gerçeğe uyum göstermek de aklın ve çağın gereğidir. Kimse "En büyük benim. Tek doğru benim doğrumdur" söylemine artık sarılmamalı. Burada farklılıkları açığa çıkartıp keskinleştirmek yerine, asgari müştereklerden oluşan ortak çizgiyi bulmak, daha erdemli ve açıkçası daha akılcıdır. Örneğin Ecevit'in cenaze törenindeki kitleler, Erdoğan'ı ve bakanları yuhalarken, bundan keyif almak siyasi akla sığmaz. Çünkü o cenazenin yer aldığı Ankara'da, seçimlerde belediyeler sürekli AK Partili adaylar tarafından kazanılıyor. Uzun ve sağlıklı bir ömür diliyoruz kendisine. Ama emr-i Hak vaki olduğu zaman Necmettin Erbakan'ın cenaze töreni Kocatepe'de yapılırsa, o törene Ecevit'inkinden daha az kalabalık bir kitlenin geleceğini kimse söyleyebilir mi?
NASREDDİN HOCA İşin özeti şu. Kimse kendi medyasının, siyasi cemaatinin veya iktidarının gücünü abartmamalı. Hele cenaze törenleri asla siyasi veya ideolojik güç gösterisine dönüşmemeli. Neticede Baykal'ın CHP'si, Ecevit'in DSP'sinden güçlü değil mi? Bu gerçeği zamanında Nasreddin Hoca bile görmüş. Cenazede tabutun yanında yürürken tabutun kapağı aralanmış ve öldü sanılan kişi başını tabuttan kaldırıp yalvarmaya başlamış: - Hocam... Ben ölmedim, bir baygınlık geçirdim. Ama öldüm sanıp, yıkadılar, duamı ettiler, şimdi beni diri diri gömecekler. Allah aşkına durdur şu cemaati!.. Nasreddin Hoca cenaze alayına şöyle bir baktıktan sonra tabuttaki adama dönmüş: - Ben bu kadar kalabalık cemaate laf anlatamam. Sana Allah rahmet eylesin, demiş.
|