Köşe yazarları kimden para alıyor?
Çetin Altan yazı geleneği zayıf bir ülke olduğumuzu söylüyor ve ekliyor "Günümüzde de yazarlara linç var. Kendi kendilerini linç ediyorlar. Nasıl mı? Doğru yazmayarak. Yazarlar para aldıkları yerin aleyhine yazı yazamazlar ki..."
Gözleri ne kanlı ne de ürkütücüydü. Hatta öfkeli bile değillerdi başlangıçta. Hiçbir şeyi algılamayan donuk ve anlamsız bir bakışla bakıyorlardı. Kasketli ve kocaman bıyıklılar duruyordu en önde. Kolları yana sarkmış, öyle taş gibi duruyorlardı. Arkalarında yığınlar vardı. Onlar da sakin ve sessizdiler. Konuşmacı önünde mikrofon bağırıyordu: "Güneş sizlerin üstünden doğacaktır. Güzel günler yakındır. Sağ olun var olun." Ne bir alkış ne bir 'yaşa'.. Sadece put kesilmiş öyle bakan bir kalabalık. Konuşmacı elini kaldırmış, sözcüklerin üstüne basa basa bağırıyordu: "Benim canım kardeşlerim o güzel günleri hep birlikte yoğuracak, doğmamış güneşleri doğuracak, pişmemiş aşımıza soğuk su katanları hep birlikte kurutacağız." Çıt yok. Üç beş alkış olsa, konuşmacı bunu çoktan dinleyicilerin nutuk sonlarındaki coşku gösterisi niyetine kabullenip inecekti kürsüden. Ama karşısında sanki yığınlar yok, ölüleri ayakta duran bir mezarlık vardı. En ufak bir tepki alamıyordu ve son bir umutla sözü uzatmaya çalışıyor, başarılarını eskiden denediği beylik nutuk cümlelerini ard arda sıralamaya devam ediyordu. Ta ortalardan pısırık bir ses: "Allah'tan bahset," dedi. Önlerden bir ses tekrarladı. "Allah'tan bahset!" Ve taş kesilmiş, susan o yığın bir anda dalgalanıp uğuldamaya başladı. Allah'tan bahset... Konuşmacı: "Ben imam değilim. Allah'ı camide konuşuruz, kutsal konuları günlük konularla karıştırmayalım arkadaşlar," diye bağırdı. Son bir şeyler daha söyledi ama sözleri duyulmadı. Biri hoparlörün telini koparmıştı.
***
İlk okuduğumda da etkilenmiştim. Bugün yine bu satırlar tüylerimi diken diken ediyor. Ünlü yazar Çetin Altan'ın Viski isimli romanı böyle başlıyor. Satırların devamında bir linç olayı gerçekleşiyor ve linç edilen kişi küllerinden doğuyor. "Türk aydınlarının sürekli yaşamak zorunda kaldığı sosyal trajedinin alegorik anlatımı gibi," diyor Solmaz Kamuran. Elimde Solmaz Kamuran'ın kitabı: İpek Böceği Cinayeti/Fotoğraflarla Çetin Altan'ın Yaşam Öyküsü. Evden çıkmadan seyrettiğim Catherine Stryker'ın hazırladığı Çetin Altan belgeselindeki sokaktaki insanın, yazar hakkında söylediklerini düşünüyorum. "O marjinaldir. Kadınlara düşkündür." Marjinal adam salonun tam ortasında ayakta karşılıyor beni. "Aslında ben aydınlara karşı linç devam ediyor mu, diye sormaya gelmiştim ama kadın mevzusu da ilgimi çekmiyor değil hani," diye takılıyorum. Kocaman bir kahkahayla cevap veriyor: "Kadınları da konuşuruz." Çetin Altan yazı geleneği zayıf bir ülke olduğumuzu söyleyerek, söze başlıyor: "Sor bir generale, matbaayı mı yoksa İstanbul'u mu almayı tercih eder diye, cevabı bellidir. Günümüzde de yazarlara linç var. Ama önce kendi kendilerini linç ediyorlar. Nasıl mı? Doğru yazmayarak. Yazarlar para aldıkları yerin aleyhine yazı yazamazlar ki..'' Efendim? Doğru mu duydum? Türkiye'deki köşe yazarları para mı alıyor? Altan, "Açığa çıkmamış," diyor. "Açığa çıkmayan her şey için benim soru sorma hakkım var. Şimdiye kadar örtülü ödenekten kaç yazara para verildi? Eğer örtülü ödeneğin detayları açıklanmıyorsa, benim bunu da sormaya hakkım var." Ne yalan söyleyeyim linç üzerine yazmaya karar verdiğimde aklıma Perihan Mağden ile Orhan Pamuk gelmişti. Kendi kendini linç edeni düşünmemiştim bile. Peki ya onlar? Mağden ile Pamuk bu ülkede linçe maruz kalmadılar mı? "Ayıp oldu," diye iç çekiyor Çetin Altan, "Hem de çok ayıp oldu. Sen şimdiye kadar hükümetin ya da devletin adamı, yazarı, düşünürü olup da günümüze kadar gelebilen bir yazar gördün mü? Yazar dediğin muhalif olacak. Yazar dediğin, herkesin düşündüğünün aksine hissettiğini yazacak."
***
Solmaz Kamuran kitaba İpek Böceği Cinayeti ismini vermiş. Altan, hayatı boyunca kendi deyimiyle, T.C'de yazmanın bedellerini Büyük Gözaltı kitabında aynı benzetmeyle anlatıyordu: "Nihayet sakladığım en büyük sırrı çözmüşlerdi. Ben aslında ipek böceğini, kozasının içindeyken öldürmüştüm. Başka türlü kumaş dokunamıyordu, ne yapayım." Onca roman, tiyatro eseri, deneme, gezi yazıları, araştırma, köşe yazısı.. Peki ya marjinalliğiniz? "Baksana köşelere, birbirleri arasında kim eşcinsel, kim değil açıkla diye tartışıyorlar. Kimsenin umurunda bile değil bu konular. Bunların marjinallikleri beni bile geçmiş. Tabii belden aşağı dedikodu işin tatlı tarafıdır. Zaten bizdeki gibi köşe yazarlığı da Türklerin uydurmasıdır. Bir yazar her gün farklı konuda yazı yazar mı? Bir gazetenin bir başyazarı olur, o kadar."
|