Aidiyetin acı vatanı...
Köln'de Türklerle bir araya gelince, Amin Maaluf'un "Ölümcül Kimlikler" isimli denemesi hafızamda canlandı... Söze onun gibi başlarsam: "Acaba on yıl önce aynı ortamda aynı kişilerle oturup sohbet etseydik, aidiyetlerini nasıl tanımlarlardı?" Hemen sıralayalım: Birinci sıraya, Türklüğünü koyar, eğer Alman vatandaşlığını aldıysa bunu "sınıf atmanın övüncü" içinde söylerdi. İkinci sırada, Türkiye'nin hangi ilinden veya ilçesinden geldiği bilgisi yer alırdı. Üçüncü sıraya Almanya'da yaşadığı bölgeyi koyardı. Eğer sorarsanız, Müslüman olduğunu söyler, gereklerini ne kadar yerine getirebildiğini anlatmaktan da çekinmezdi.
Bugünün tanımı Bugün aynı soruyu yönelttiğimizde aldığımız tanım şöyle: Birinci sıraya Müslümanlığını koyuyor. İkinci sıra yine değişmiyor, bu kez Türkiye'nin adından söz etmeden, hangi il veya ilçeden geldiğini belirtiyor. Üçüncü sırada Almanya'nın hangi bölgesinde ikamet ettiği veya ne iş yaptığı geliyor. Alman vatandaşı olduysa, bunu övünç meselesi gibi sunmuyor. "Alman Müslüman" kimliğiyle bütünleştirerek son sırada fısıldar gibi dile getiriyor.
Hükümet politikası Peki aradan geçen bu kadar kısa sürede bu denli değişim nasıl oldu? Uzun yıllar bu ülkede yaşayanlara soruyu yönettiğimizde aldığımız yanıt genelde değişmedi: "Alman hükümetinin uyguladığı politika sonucu bu noktaya geldik..." Aktardıklarına göre, 2010'da Alman gençlerinin yüzde 40'ının yabancı kökenlilerden oluşacağı varsayılıyor. O nedenle Alman hükümeti özellikle son yıllarda asimilasyon politikasına yönelmeyi kendisinde hak görüyor. Bu politika sonucu, AB'ye üye olmalarıyla birlikte Almanya'da artış gösteren Çek, Polonya gibi ülke vatandaşlarıyla Türkleri aynı potada eritmeye çalışıyor. Türkler aynı kaba girmeye direnince sosyolojik baskı politikası ön plana çıkıyor. Türkler bu baskıya karşı bu kez dini kimliğini öne çıkararak mücadele vermeye çalışıyor. İlginçtir "İslamofobi" içinde yaşayan Almanlar da bu durumdan hoşnut gözüküyor, hatta destekliyor. Türklerin İslam kimliğini öne çıkarmak için elinden geleni yapıyor. Örneğin, Türklerden, "domuz yemezler" diye söz ediyor. Alman'ın Mercedes yıldızı ile tanımlanması gibi, Türkleri pardösü, türban ve şalvarla simgeleştiriyor. Türk kökenlilere ilişkin verilen haberlerin hemen hepsinde bu fotoğraf bir şekilde yer alıyor. Restoranda karşılaştığınız Alman'la sohbet ederken, Türk olduğunuzu söylediğinizde, "Sen ne biçim Türksün, diğerlerine hiç benzemiyorsun" yaklaşımını gösteriyorlar. Ulusal aidiyetini aşağılıyor. Bu da Almanya'daki ikinci ve üçüncü kuşak Türkler üzerinde daha baskıcı bir tablonun ortaya çıkmasına yol açmış. İkinci kuşak Türk kökenli Almanlar, "İyi Türkçe konuşamıyor" diye eleştirilirken, her iki dili birden konuşamayan üçüncü bir nesil ortaya çıkmış. Bu ortadayken, Alman hükümetinin "Almanca'yı Türkiye'de öğrenip gelin" politikasına isyan başlamış.
Çöküşün başlangıcı Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı Başkanı Prof. Faruk Şen'e göre gelinen noktaya bir de Almanya'nın yoksullaşmasını eklemek gerekiyor. Prof. Şen, Alman İstatistik Dairesi verilerine göre Alman nüfusunun yüzde 13.2'sinin fakirlik sınırının altında yaşadığını belirtip ekliyor: "Almanya'daki 2.7 milyon Türk göçmen, Türkiye'den daha fazla; yüzde 35 oranında fakirlik sınırının altında. Fakirleştikçe, itildikçe ve yaşlandıkça dine sığınıyor." Şen'in de vurguladığı gibi, Almanya aidiyetin de acı vatanı olmuş.
|