Hastane odası...
Arka sayfalarda, küçücük bir haberdi. Bana göre, manşet... Bursalı yeni evli çift, bir fotoğrafçıyı mahkemeye vermiş, tazminat talep ediyordu. Neden? Çünkü nefis bir yaz akşamında, sevdiklerini bir araya getirip, havuz başında şen şakrak bir düğünle evlenmişlerdi... Hayatlarının en mutlu gününde, yüzlerine yansıyan ışıltılarla gülümsemişlerdi objektiflere bol bol. Ama ertesi sabah... Ah o ertesi sabah... Fotoğrafçı, duymak istedikleri en son haberi verdi onlara... "Yandı" dedi. "Maalesef yandı..." Evet, düğün fotoğrafları yanmıştı. "İşte o an" deriz ya... İşte o bir daha yaşamaları imkansız olan an, yanmıştı. Elbette çok mutlu olacaklardı, elbette anlatacakları çok şey vardı o geceyle ilgili olarak... Ama gösterebilecekleri yoktu. En azından başka fotoğrafçılara ders olması için dava etmişlerdi fotoğrafçıyı... Eminim, tazminatı alacaklar. Ama o anı, asla.
Dün, "Başbakan hastaneye kaldırıldı" haberini duyunca, aklımdan geçiverdi yukarıda anlattığım o küçücük haber. Çünkü o küçücük haber... Yaşadığımız "an"ların aslında ne kadar önemli olduğunu anlatan o küçücük haber, kıymeti bilinip, manşetlerden verilseydi... Başbakan bugün hastanede olmazdı. Türkiye'nin yüreği de ağzına gelmezdi.
İnsanlık dışı bir tempoyla çalışıyor siyasiler... Kendi hayatlarının kıymetini bilmedikleri için, bizim hayatlarımızın kıymetini de tam olarak kavrayamıyorlar...
İşi paylaşması gereken kadroların yeteneksizliği, tek kişiye endeksli yönetim, kişisel hırslar, bir büyük koltuğa oturabilme çabası, ona oturduğunda bir büyüğünü hedefleme amaçsızlığı, yanlış olduğunu bile bile taviz verme durumu, geçmişten miras kalan saçmalıkları üstlenme zorunluluğu, seferi olma iznine rağmen oruç tutma reklamı, muhalefette itiraz edip iktidarda savunma komikliği, en başta yalaka gazeteciler olmak üzere sevmediğin insanlarla bir arada yaşama ortamı, önden alkışlayan arkadan bıçaklayan işdünyası, kavgalar, polemikler, itişler, kakışlar... Buna siyaset deniyor Türkiye'de.
E hastanelik olursun tabii... Demirel de oldu. Ecevit de oldu. Özal bundan öldü zaten. Koyun Başbakan'ın iktidara geldiği günkü fotoğrafını... Yanına da bugünkü fotoğrafını... Ne hale geldiğini görürsünüz. Halbuki, görmek istediğimiz bu değil.
"Çocuklarımı özlüyorum" diye ağlayan değil, çocuklarına vakit ayıran bir Başbakan fotoğrafı istiyorum ben... Sinemaya giden, kahkaha atarken bir Deniz Baykal fotoğrafı... Konserde şarkı söyleyen bir Ağar... Kulaç atan bir Bahçeli. Eşiyle bisiklete binen bir Mumcu... Tenis oynayan bir Yazıcıoğlu... "Dünya yarım saat kendi başının çaresine baksın" diyerek, hamakta kitap okuyan bir Dışişleri Bakanı fotoğrafı istiyorum ben... Ya da ne bileyim... Milli takımın soyunma odasında futbolcuları öperek kucaklayan bir Adalet Bakanı mesela... Bozmaz ciddiyeti, inanın.
Ve inanın, bu fotoğrafları gördüğümüz gün, daha güzel bir Türkiye olacak burası. İnsan gibi yaşamak istiyorsak, en başta, siyasilerin insan gibi yaşaması lazım çünkü. Yoksa seçer seçer, hastaneye göndeririz.
Bakın ibretle izliyoruz... Herkes kapıda. Tam tiyatro. Kimin canı yanmış olabilir ki, Emine Hanım'dan ya da evlatlarından fazla? Ama herkes gelebiliyor... "Aile telaşlı görünmesin" diye bir tek onlar gelemiyor. Anlatmak istediğim yanlış budur.
Geçmiş olsun Türkiye... Hastane odasında alınacak en büyük ders... Sanırım, o dersin, cenaze töreninde alınacak dersten iyi olmasıdır.
|