Bir Gül portresi
Lüksemburg.
Epeydir Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün yurtdışı gezilerine gidememiştim. Hatta sanırım en son katıldığım gezi, haziran başında yine Troyka toplantısı için Lüksemburg'a geldiğimiz zamandı. Bilgisayardaki notlarıma bakıyorum, bakanla röportaj yapmayalı, bir resepsiyonda rastlamayalı, Meclis'te yakalayıp bir iki soru sormayalı da epey zaman olmuş. Ancak son aylarda Gül'ü yakın, çok yakın izliyorum. Her açıklamasını birkaç kez okuyor, Avrupalıların yanında basın toplantısı yaparken mimiklerinden yola çıkarak ruh halini tahmin etmeye çalışıyorum. Etrafındakilere ve Dışişleri çalışanlarına, bakanın toplantılarda nasıl davrandığını, hangi detaylara dikkat ettiğini soruyorum. Kimilerine göre Dışişleri Bakanı, son aylarda olağanüstü sessiz. Hatta Ankara'da "Gül kendini çekti" deniyor. Çeşitli teoriler üretiliyor bu konuda. Bakanın fazla demeç vermeyişi, siyasette gerilimli tartışmalar ve günlük heyecanların yaşandığı bir dönemde ön planda olmayan görüntüsüne, "Başbakan'la arası açık" ya da "Çankaya konusunda Erdoğan'la anlaşamadı" gibi fantastik yorumlar getirenler var. Oysa bence durum tamamen farklı. On küsur yıldır dış politikayla uğraşan, 90'ların ortasında milletvekilliği yaptığı dönemden bu yana Avrupa Konseyi toplantılarına gelen, 4 yıldır da AB treninin en ön kompartımanında önce başbakanlık ardından dışişleri bakanlığı yapan Abdullah Gül, "devlet adamı" kimliğini artık iyice içselleştirdi. Lüksemburg zirvesine gidiş ve dönüşte, uçakta Abdullah Gül'le uzun uzun sohbet ediyoruz. Gözlemlerim Avrupa ve yabancı yetkililerin sözleriyle örtüşüyor. Gül, artık AK Partili ve siyasetçi kimliğinin ötesinde ağırlığı ve saygınlığı olan bir Avrupalı devlet adamı sayılıyor. Hükümet içinde özgürlükler ve Avrupa değerlerini istikrarlı bir şekilde savunan isimlerden. Reformlara yönelik gayreti, yalnız Avrupa'dan onay almak isteyen birinin yapabileceğinin kat kat ötesinde. Dış politikada sakin ve sebatlı. Sinirlenmiyor, toplantıları germiyor. Müzakerelerde gereken sabrı göstermesi tüm müzakere heyetinin ruhunu etkiliyor. Diplomatlar ve Dışişleri mensupları, bakanı sayıyor, toplantılarda onlarla iletişimini, farklı görüşlere gösterdiği toleransı önemsiyor. Üslup sorunu yok. Fransa'daki soykırım inkar yasası konusunda kıyametler koparken, Gül kameraların önüne çıkıp yalnızca 4 sakin cümle sarf etti. Bence bakanın ağzından çıkan "Fransa artık hiçbir zaman kendisini fikir özgürlüğünün alabildiğine geniş olduğu bir ülke olarak izah edemeyecektir. Hiçbir zaman özgürlüklerle, serbest fikirlerin özgürce ve korkusuzca ifade edildiği bir ülke olmakla övünemeyecektir. Bu da onlar için gerçekten çok ağır bir ayıp olacaktır" sözleri, geçen hafta Fransa'yı en "acıtan" eleştiriydi. İşte Lüksemburg'da AB Troyka zirvesinin yapıldığı devasa salonda tüm bunları yeniden konuşuyoruz aramızda. İçerde 301'inci madde tartışılıyor ve Dışişleri Bakanı'nda, kısa dönemdeki siyasi götürüsü ne olursa olsun, bu maddeyi değiştirmek, yazarların hapse girmesini engelleyecek kararlılığı var. Gül bunu Avrupalılara net bir biçimde ifade ediyor. Bir anlamda Gül, demokratikleşmenin son adımını tamamlamaya, 301'i değiştirmeye kendini bağlamış oluyor. Kısacası hükümet, yeni yıla kadar 301. maddede bir değişiklik yapacak gibi gözüküyor. Gül bu işi sinirlenmeden, germeden, Avrupa ile ipleri koparmadan yapmaya kararlı. Kritik bir dönemeçte, önemli olanın masaya yumruğu vurmak değil, sabırla ilerlemek olduğunu görüyor. Fransa'nın yaptığı hatayı yapmayız diyor. Doğru olan da bu değil mi?
|