Sınav
Türkiye'nin gündemi ister istemez Fransa'dan öğle saatlerinde gelecek habere kilitlendi. Fransız Meclisi'nin yanlışta ısrar etmeyeceğini düşünmek için bir neden yok. Fransa'nın önemli bir sınavdan geçtiğini ve başarısız olduğunu söylemek mümkün. Görünürde iç politika kaygılarının harekete geçirdiği, daha derinde ise sömürgecilik döneminin uzantısı sayılabilecek bir siyasi tavır var ortada. AB'nin yetkili mercilerinden yükselen sesler de bu hamledeki akıl almaz zavallılığın teşhis edildiğini gösteriyor. İlkeler açısından bakıldığında Fransa'nın Batı uygarlığının en temel değerlerinden birisini, ifade özgürlüğünü, çiğnediğine şüphe yok . Fransa'nın, kendi tarihinin değerlendirilmesini tarihçilere bırakmayı savunurken; başka bir ülkenin tarihi hakkında bu kadar ağır bir yargıda bulunmasındaki çelişki de ortada. Derin bir kriz içindeki Fransa siyaset sisteminin bu hayli ilkel adımı, Türkiye'de Ermeni meselesi hakkında tartışmanın sınırlarının giderek genişlediği bir dönemde atması da ayrıca kayda değer. Ve kuşkusuz Fransa açısından hazin bir tezat da teşkil ediyor. Batı siyasi sisteminin temel ilkelerinden birini hiçe sayan bu hamle Batı'nın dünya sistemindeki hegemonyasının sorgulandığı ve buna karşı çeşitli boyutlarda meydan okunduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Böylesi bir konjonktürde yalnızca sosyal ve kültürel özellikleriyle değil ekonomik potansiyeliyle de AB açısından değer taşıyan Türkiye ile bir çatışma başlatmanın akıl karı olduğunu söylemek mümkün değil.
AİHM'YE gidilebilir Fransa'nın hayli önemli bir sınavda çakmış olması, buna tepki olarak Türkiye'nin de kendi sınavından çakmasını gerektirmiyor. Toplumun ve siyaset mekanizmasının bu krize ne şekilde tepki vereceği bir bakıma Türkiye'nin kendi olgunluğunu ve evrensel demokratik ilkelere bağlılığını kanıtlaması için de bir fırsattır. Türkiye, Fransız Meclisi'nin vereceği karara sağduyunun hakim olduğu, aklın duyguları dizginlediği bir tarzla karşılık verebilirse kendi sınavını geçmiş olacaktır. Dolayısıyla Batı'nın ve özellikle Fransa'nın ne denli ikiyüzlü olduğu üzerinde nefes tüketmemek, olayı ölçeği dışında değerlendirmemek gerekir. Papaza kızıp oruç bozmak deyimine uygun şekilde Fransa'nın densizliği nedeniyle Batı ile ilişkilerde daha da derinleşecek bir krizi tetiklemek Türkiye'nin çıkarına olmayacaktır. İçe kapanarak, dış dünyayla düşmanca ilişki kurmak yani Sırbistanlaşmak da Türkiye'ye zarar verecek bir tercihtir. Vakur yanıt, Türkiye'nin hukukun üstünlüğüne dayalı bir srateji üretmesidir. Fransa'daki yasa Avrupa hukuk anlayışının en temel ilkelerinden birisini çiğnediğine göre Avrupa İnsan hakları Mahkemesi'ne gitme imkanı vardır. Türkiye'nin veya Fransa'da ceza görmüş vatandaşların bu mahkemede davalarını kazanmaları, bu süreç uzun da olsa, bir haksızlığı gidermenin en sağlam ve doğru yoludur. Bu bağlamda Türkiye'nin Fransa'daki kanunda neye itiraz ettiği konusunda kendine dürüst bir cevap vermesi de gerekecektir. Olayın özü, ifade özgürlüğü meselesidir . Kamuoyunu ve toplumun genelini rahatsız etmesi gereken, bu konuda sergilenen çifte standart olmalıdır. Bu ikiyüzlülüğü Fransa'nın ve genelde Türkiye'den hazetmeyen, bu ülkenin demokratik olgunluğa sahip olmadığını iddia edenlerin yüzüne çarpmanın yolu bellidir: Türkiye'de ifade özgürlüğünü gerçekten yerleştirmek ve hukuk anlayışında bunun yerleşmesini sağlamak. Fransa'ya verilecek en iyi cevap doğru yolda yürümeyi sürdürmektir. Bunu gerçekleştiren bir Türkiye sınavı başarıyla geçmiş olacaktır.
|