| |
Şikâyetçiyim
Sanırım ben Sabah gazetesinin en eski yazarıyım... 28 Şubat postmodern darbesine kadar haftada dört yazı yazıyordum. Korku rüzgârları etkisini gösterince bu sayı azaldı, sonra yeniden biraz arttı ama bir daha asla ilk baştaki noktaya gelmedi. Demek istediğim darbeciler emekli oldu ama benim hayatımda 28 Şubat'ın etkileri devam etmekte... Bunları niçin anlatıyorum? Sabah okurluğumun Sabah yazarlığından, daha kesintisiz, daha istikrarlı sayılabileceğini söylemek için...
Cumartesi günü Kıbrıs'ta hem gazeteyi, hem de kendi yazımı okumak için bir Sabah aldım... "İrtica Çankaya'nın kod adı mı?" başlıklı yazımın ilk satırına göz atar atmaz keyfim kaçtı. Her defasında kaşına gözüne, virgülüne, noktasına azami özeni göstererek oluşturmaya çalıştığımız yazının bu sefer tanınmaz hale gelmiş olmasından korktum. Çünkü benim yazdığım "Türkiye'nin laik bir devlet olmasını kim ister?" satırı "kim" sorusu düşerek yayınlanmıştı... "Otuz beş bin köy", "beş bin" olmuştu... Birçok kelime yitip gitmiş ya da birbirinin içine girmişti. Örneğin "irtica eğilimi" diye yazmıştım, gazetede "irticağilimi" gibi bir halde buldum... Genellikle gazetenin zamanla yarışan ikliminde kimi zafiyetler normal sayılır. Üstelik yazı işinde yıllarınız birikmişse, yazının bir gün özensiz bir şekilde yayınlanmış olmasını dünyanın en önemli sorunu olarak görmekte de ısrarlı olmazsınız... Ama hatalar sıkça tekrarlanmaya başlayınca doğal bir rahatsızlık veriyor. Daha önce aynı sorunu sessizce çözmeye çalıştım ama başaramadığım anlaşılıyor... Onun için bu seferki durumu "yazar" olarak değil ama Sabah'ın en eski ve en istikrarlı okurlarından biri olarak "okur temsilcisine" şikâyet diyorum... Çözümü o bulsun.
KKTC'ye, "Kıbrıs Amme Memurları Sendikası" nın 31. Genel Kurulu'na katılmak için geldim. Sekiz yılını başkan olmak üzere yaşamının on beş yılını bu sendikaya veren Ali Seylani'nin davetlisiyim. Başkanlığı bırakırken, ortak anılarla dolu o on beş yılı da yadetmek istemiş... Doğrusu Akdeniz'e her vesileyle yakın olmak hoşuma gider... Üstelik Ali Seylani sayesinde KKTC'nin on beş yılını da şöyle kuş bakışı yeniden bir gözden geçirme imkânı elde ettim. Geceleyin adaya indiğimde ardı ardına dizilmiş arabaların yeşil ışığı beklediğini görünce, buraya ilk geldiğim yıllarda araba geçsin diye bekleyen trafik polisini anımsadım.
KKTC'de anlaşılan Annan Planı bir milat olacak, çünkü bu planın kabulüyle burası dünyaya kapalı bir Korsan Ada olmaktan çıkıyor... Dış dünyayla ilişkiler daha hızlanmış, refah daha da artmış. Ancak otuz yıldır süren belirsizlik ve Annan ertesi beklenti çıtasının yüksekliği, buradaki insanların "mutlu ve huzurlu" olmasına engel gibi... Daha doğrusu mutlu ve huzurlu olmayı unutmuşlar gibi...
Halbuki günlük siyasal dedikoduları bir yana koyunca, KKTC'nin arzuladığı noktaya hiçbir zaman bu kadar yakın olmadığını hissediyorsunuz. Ancak makro ölçülerdeki gelişmeler günlük hayata derhal yansımıyor... Burada yaşayan insanların "ufak" görünse de cansıkıcı birçok sorunu var... Örneğin Türkiye'den KKTC'ye "özel kurye" ile her şeyi gönderebiliyormuşsunuz ama KKTC'den Türkiye'ye bir şey gönderme imkanı asla ve kat'a mümkün değilmiş... Çünkü yasakmış.
Aslında KKTC ile ilgili anlatılacak çok şey var... Bu yazı hatasız yayınlanırsa, şikayetlerimle ilgili satırların yazıdan çaldığı yer bir dahaki sefere bize kalır... O zaman da belki haftaya devam ederiz.
|