Bu durumu nasıl yönetmeli?
Pazar gecesi TBMM'nin yeni açılış yılı resepsiyonunda, AK Partililerden bolcana alay işittik. "Bakın Cumhurbaşkanı'nın konuşması hiç de siz gazetecilerin yazdığı gibi sert değildi" diyordu üst düzey bir parti yöneticisi: "Umduğunuzu bulamadınız." Geçen hafta komutanların üst üste yaptığı laiklik uyarıları konusunda da AK Parti'liler "Yok farz edersek sorun olmaz" havasıyla ısrarla "Geçen yılki konuşmaların aynısı" dediler. Ancak bir şeyin varlığını inkar etmek, o meseleyi halletmiyor. Bir haftadır art arda Kara, Hava ve Deniz kuvvetleri komutanlarının dile getirdiği uyarılar, temel konularda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin rahatsızlıklarının dışavurumuydu. Filmin son perdesi, yani dün Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın konuşması ise, hem içerik hem de seçtiği hedefler açısından bu konuşmaların en kapsamlısı oldu. Öncelikle kabul etmemiz gereken olgusal gerçek, Türkiye'de "yeni dönem" e girildiği, hükümet ve ordu arasında "yeni bir uzlaşma zemini yakalanmazsa", Çankaya seçimlerine kadar sürecek bu süreçte gerilim ve TSK'dan gelen yüksek perde uyarıların eksik olmayacağı. Burada yapılması gereken bir başka tespit ise, hükümetin "kriz" olmasa da pek yakında "sürekli gerilim" noktasında gelişen bu durumu yönetmekte zorlandığı. Örneğin? Örneğin Başbakan Tayyip Erdoğan, 30 Ağustos'tan hemen sonra yeni Genelkurmay Başkanı'na "Nedir irtica ve TSK'ya yönelik saldırılarla ilgili sıkıntınız? Elinizde kimlerin faaliyetleriyle ilgili bilgi var?" diye sorarak komutanların üslubunu bir ölçüde yumuşatabilirdi. Ya da "İrtica vardır-yoktur" polemiğine girmek yerine, askerin hassasiyetlerine biraz daha empatik yaklaşabilirdi. Oysa anlıyoruz ki, Başbakan Erdoğan'ın ABD'ye giderken uçağına aldığı gazetecilere "Türkiye'de irtica tehdidi yok" demesi, TSK içinde olumsuz algılandı. Muhtemelen Başbakan'ın uçaktaki "Bunu Büyükanıt Paşa'ya anlattım" sözleri ve ardından pazar gecesi Washington'daki bir konferansta "TSK anayasal tanımı dışına çıkamaz, Başbakan'a bağlı bir kurumdur" ifadeleri, Genelkurmay Başkanı'nın yapmayı planladığı konuşmanın üslubunu, bir perde daha sertleştirdi. Belki de bu yüzden Tayyip Erdoğan'ın Beyaz Saray'a gitmek için hazırlandığı saatlerde, Genelkurmay başkanı Büyükanıt, ilk kez doğrudan Başbakan'ın bu ifadelerine cevap veren cümleler kullandı. Bundan sonra ne olabilir? Öncelikle asker ve sivil yönetim arasında "kavramsal" bir senkronizasyon lazım. Türkiye'de irtica, ya da dini sömürü, var mı yok mu? Tehdit mi değil mi? Belli ki hükümetin "Yok, medya uyduruyor" sözü, askerle arasında gerilim noktası oluşturacak. İrtica konusunu tartışacak legal platformlar var. Bu yüzden öncelikle kavramlar üzerinde anlaşmak, konuşmak ve somut sonuçlar almak gerekiyor. Bazı siyasi çevrelerde, "Toplum iş aş peşinde. Sokaktaki adamın irtica gündemi yok. Asker sürekli bu konuyu işleyerek hükümete yönelik sempatiyi artırıyor" yorumu yapılıyor. Kuşkusuz içinden geçtiğimiz dönem, 28 Şubat'tan, mevcut hükümet de Necmettin Erbakan'lı koalisyondan çok farklı. Komutanların irticaya yaptığı vurgu şu aşamada toplumsal destek bulmuyor. Bir diğer ilginç durum, son dönemde AK Parti hükümetine mesafeli duran ABD ve Avrupa'nın, komutanlardan gelen bu sert uyarılar karşısında AK Parti'yi yeniden bağrına basmak ihtiyacını hissedeceği. Kamuoyu derseniz... Terör konusunda askerin yanında hissediyor; ancak "sistemle çatışan parti" görüntüsünden de hızla rahatsız oluyor. Ancak irtica konusunda ikna olmuş değil. Bu durumda çıkarılacak en önemli ders, "irtica vardır-yoktur" polemiğinin kimseye faydası olmadığı. Oturup konuşmak, ortak bir zemin yakalamak lazım. Zaten bunun için de yeterince platform mevcut...
|