| |
Askeri Ceza Yasası yürürlükte değil mi?
Cumartesi günü, yeniden düzenlenerek mükemmelleşen Beşiktaş eski kaymakamlığında, hem akademisyen hem de köşe yazarı bir grupla, Ali Babacan ile gelenekselleşmeye başlayan çalışma toplantılarının sonuncusunu yaptık. Toplantıya Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı ile Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da katıldı. Ekonominin performansını gözden geçirdik. Hem nitelikli, hem de keyifli, çok yararlı bir toplantı gerçekleşti. Son birkaç yılı kapsayan bir hafıza tazelenmesi Türkiye'nin yaşadığı derin toplumsal dönüşümü ve makro dengelerdeki pozitif gelişmeleri ortaya koyuyordu. Bir anlamda bu olumlu gelişmelerin faturası haline gelen "cari açık" gündemde önemli bir yer tuttu.
Tüm cumartesi öğleden sonra son dört beş yılın ekonomik sürecini inceledikten bir gün sonra, pazar sabahı gazetelerde, ABD seyahatine çıkan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın refakatindeki gazetecilere "AK Parti'nin oylarının düştüğünü" söylediğini okudum. Yoklamalar "kararsızların" arttığını gösteriyormuş. Partisinin oylarının düştüğünü açıklamaktan çekinmeyen Başbakan "alım gücü düşenler bana oy vermesin" diyerek dolaylı olarak ekonomik başarıları hatırlatıp buna sahip çıkıyordu. Peki, ekonomik olarak genelde refah artışı var ise kararsızlar neden artıyor?
Şemdinli'deki kırılma ve AK Parti iktidarının AB'yi dışlayarak "Türklük" yarışına girip dış dünyadan kopması, Türkiye'nin toplumsal rüyasına ve umuduna koyu bir gölge düşürdü. Şu anda Türkiye'de insanlar yarına umutla bakmıyor. Daha ziyade bir belirsizlik ve bundan kaynaklanan bir endişe hakim. AK Parti, genel seçimlerden yerel seçimlere oyunu on puan artırmıştı. "Dünyalaşma" konusundaki ısrarlı adımları kentleri ve özellikle kent kadınlarını iktidar partisine yakınlaştırdı. AK Parti bu yakınlaşmayı kalıcı bir hale getiremedi. Yalpalamalar ve kimi ürkütücü uygulamalar, AB sürecindeki savruklukla birleşince korkuları artırdı. Eski endişeleri hortlattı.
Zaten şu anki resim analizlere yer bırakmayacak kadar net bir şekilde durumu gösteriyor. AB ile müzakere sürdüren bir ülkede askeriye, savunmayı bir yana bırakıp sabah akşam siyasete müdahale edebilir mi? Edebiliyorsa, kesinkes bir iktidar kayması var demektir. İktidar kayması ise Şemdinli'den sonra ortaya çıktı, iktidarın "milliyetçilik" yarışıyla hız kazandı. Unutmamak gerekir ki militarizm vıcık vıcık hamasete bulaşmış siyasal milliyetçilikten güç alır. Nitekim öyle de oluyor. Son günlerde neler dinliyoruz, neler... "Boğarız, kovalarız" türü üst düzey ve derin ifadelerden sonra laf ne hikmetse hep AB sürecine geliyor. Ve askeri memurlar bu süreci bir şekilde kıyasıya eleştirmekten çekinmiyor.
AB konusu siyasi bir konu. Halbuki, yürürlükteki Askeri Ceza Kanunu "siyasi amaçla nutuk söyleyen, demeç veren, yazı yazan veya telkinde bulunan" askerlere "bir aydan beş yıla kadar hapis cezası" öngörüyor. Askeri Ceza Yasası var. Askeri yargı var. Askeri savcılar var. Askeri Ceza Yasası'na göre neredeyse her gün işlenen bir suç var. Ama yaptırım yok. Bu, zaten hem iktidar otoritesinin, hem de hukukun olmadığını ortaya koymuyor mu?
Çok haklılar. Yasaların kimine uygulanıp, kimine uygulanmadığı bir ortamda, kendini fiili gücüne dayanarak uygulamanın dışına çekenler neden AB'yi istesin. Egemenliğini hukuksal denetim altına alacak bir düzene neden sıcak baksın. Sadece savunmayla ilgili, sivil otoriteye tabi, siyasete müdahale etmeyen ve iç iktidar kavgası yapmayan bir anlayışa neden eyvallah desin. Onların AB'yi istememelerinin haklı nedeni var. Peki, hukukun uygulanmamasının nedeni var mı?
|