Hayatlarımızı gerçekten değiştirdiler
Film seyretmekten hoşlanmak başka şey, sinemayı sevmek başka şey. Çocukluğumu düşünüyorum. İlkokulda sınıf arkadaşlarımın hiçbiri film kaçırmazdı. Tarzan Maymun Adam'dan Hurmalar Altında Cemile'ye, Frankenştayn Kurt Adam'a Karşı'dan Billur Köşk'e kadar Antep'e ne gelirse seyrederdi. Hepimiz film seyretmekten hoşlanırdık, ama birkaçımız sinemayı severdik. Afişlerin karşısına geçer, uzun uzun bakardık onlara. Biletleri biriktirirdik. Topladığımız artist resimlerini defterlere yapıştırırdık. Yıldız dergisinde o hafta yayımlanmış Hollywood haberlerini konuşurduk. O yıllarda film eleştirisi olsaydı, onları da tartışacaktık herhalde.
Film eleştirisiyle beni tanıştıran kişi Sezai Solelli'ydi. Ama eleştiriden çok "bilgi" yüklüydü yazıları. Film, yönetmen, daha çok da oyuncular hakkında ansiklopedik bilgiler. Sonra Oktay Akbal. Sonra da Tuncan Okan. Derken gazeteler kenarından kıyısından da olsa film eleştirisine yer vermeye başladılar. Ama bu işi oturtan kişi Atilla Dorsay oldu. İnanılmaz bir çalışkanlıkla. Çalışkanlık yetmez elbet. Temelde sinema sevgisi, yürekten kopan, vazgeçilmez bir sinema sevgisi yoksa, o sevgi akılla desteklenmiyorsa istediğiniz kadar çalışın. Atilla bu özellikleri taşıdığı için "Atilla Dorsay" oldu. Nice çileler, direnmeler sonunda patikayı kocaman bir yola çevirdi. O yolda onlarca yazar rahatça dolaşıyor şimdi.
Sinemayı Atilla'yla aynı zaman dilimi içinde tanıdık. Sinemanın altın çağını sonradan öğrenmedik, yaşadık. Gary Cooper, Alice Faye, Ida Lupino, Veronica Lake, Wallace Beery, J. Carrol Naish, Sydney Greenstreet film çevirirken biz o dünyanın, o zamanın içindeydik. Beyazperdede beliren görüntüler o dünyayı, o zamanı bütünlüyordu. Hayatlarımızı değiştiriyordu. Sinematek seyircisi değildik. Bir filmi, çekiminden yıllar sonra, serinkanlı, mantıklı, nesnel, eleştirel bir gözle izlemiyorduk. Oyuncular için ansiklopedilere başvurmuyorduk. John Wayne'in bir sözü var: "Ben aktör değilim, reaktörüm." Belki de aktörlerle değil, reaktörlerle ilgileniyorduk. Salonda ışıklar söndükten sonra yüreklerimiz beyinlerimize egemen oluyordu. Ya keyif duyuyorduk, ya öfke. Güldüğümüzde içimiz gülüyordu. Sadece bir eğlence değildi sinema. Yaşamımıza yön veren bir büyüydü. O büyüyü, o zaman diliminde birlikte yaşadığım için belki, en sevdiğim sinema yazarı da Atilla oluyor.
Yukarıda da söylediğim gibi, Atilla "inanılmaz bir çalışkan". Bunun son kanıtı, yeni yayımlanan Hayatımızı Değiştiren Filmler 1995-2005 (Remzi Kitabevi). Daha önceki Hayatımızı Değiştiren Filmler1985-1995'in devamı. Kitapta, belirtilen yıllar içinde ülkemizde gösterime girmiş 800 filmin eleştirisi yer alıyor. "Bu kitabı oluştururken en azından şunu bir kez daha anladım," diyor Atilla. "Klasik sinemaya karşı olan sonsuz sevgi ve saygıma rağmen, günümüz sinemasını da nerdeyse aynı ölçüde seviyordum. Ve filmleri yazarken, geçmişle bağlantılı olabildiğince referanslar sunmaya çalışsam da, sonuç olarak hep geçmişi yücelten, Fransız deyimiyle 'passeiste-geçmiş hayranı' bir sinemasever ve yazar değildim. Öyle olanlara da saygım var, ama onlar en azından kitleye dönük yerlerde yazıp bunca seyircinin sadece hafta sonu iyi bir film izleme zevkini ve keyfini, hem de peşinen böylesine bozmasalar... diye düşünmüyor da değilim." Atilla'nın nasıl bir "iflah olmaz klasik sinema sevdası" taşıdığını hem yazılarından, hem kendisiyle konuşmalarımdan biliyorum. Ama sinemanın kendisine olan sevda var ya, o sınır tanımıyor. Kitabı karıştırırken bunu bir daha gördüm. Atilla'yı, hepsinden değilse bile, birçok eleştirmenden ayıran, üstün kılan ögenin temelinde bu sevdanın yattığını bir daha anladım.
Atilla'nın kitapları sık sık başvurduğum yapıtlar. Ama benim için sadece bilgi kaynağı değil bunlar. TV'lerin, VCD'lerin, DVD'lerin, cep sinemalarının, sinema komplekslerinin yok ettiği salonların yanı sıra bilgisayarlar ve özel efektler sağanağının da altında boğulup gitmiş o saf düş dünyasını yeniden yaşamanın araçları.
|