| |
Cumhurbaşkanı Sezer'in TBMM'ye veda konuşması...
Genel seçime giden TBMM'de, Cumhurbaşkanı Sezer'in son konuşması, bir anayasa dersi niteliğinde oldu. Mayısta görevi sona erecek olan Sezer'in " Veda konuşması "nı da dinlemiş olduk dün. Bu derste ağırlıklı nokta, Türkiye'deki kuvvetler ayrılığı sisteminde hiçbir erkin üstün olmadığının, buna karşı yargının " Son sözü " söyleyen erk olduğunun vurgulanmasıydı. Anayasa dersinin siyasal sisteme ilişkin bölümünde ise , " İstikrar " ile " Temsil " arasındaki uyum gereği ağırlıkla ele alınmıştı. Belli ki Sezer de, yüzde 10 barajının adil temsili önlediği görüşünde. Ama bunu söylemek yerine, istikrar ile temsilin dengeli olması gerektiğini söyledi. Ve derken derste kaçınılmaz olarak " Laiklik " maddesine girdi. İlgi çekici olan Cumhurbaşkanı Sezer'in, " Egemenlik ulusundur " ilkesini laikliğin kaynağı olarak sunmasıydı. Egemenliğin kaynağının yeryüzünde aranması, tabii ki demokrasinin temel felsefesidir. Ancak " Laik Cumhuriyet " ve " Demokrasi " arasında, biri ile diğeri arasında sanki öncelik farkı varmış gibi bir sunum yaptı Cumhurbaşkanı. Laikliğin hem Cumhuriyet'in, hem de demokrasinin ayrılmaz öğesi haline geldiğini vurgulaması, herhalde daha etkileyici olurdu.
LAİKLİK Neticede hepimiz artık biliyoruz ki, belirli isimlerin mesajlarında belirli şifreler var. Örneğin Cumhurbaşkanı Sezer " Laiklik " konusunu ele aldığı zaman farklı, TBMM Başkanı Arınç " Laiklik " konusunu ele aldığı zaman farklı düşünceleri seslendiriyorlar. Toplumun geniş kesimleri ise, laikliğin artık tartışma konusu olmamasını istiyor. Çünkü toplum, ister etnik açıdan, isterse inanç açısından olsun, farklılıkların bir arada barış içinde yaşamasının pratiğini yüzlerce yıldır yapmaktadır ve bu benimsenmiştir. Dileriz laiklik üzerinde Sezer'le aynı çizgide düşünen komutanlar da, bundan sonraki konuşmalarında, konuyu toplumu ve siyaseti gerecek biçimde değerlendirmekten kaçınırlar. Şu gerçek açıkça bilinmeli ve hiç unutulmamalı. Toplum büyük çoğunlukla laik demokrasiye ve Cumhuriyete sahip çıkmaktadır. Artık bir hayat tarzı haline gelen bu olgular ideolojik kamplaşmalar arasında belirli kesimlerin şifrelerine endekslendiği zaman, bunlar toplumun belirli kesimlerince yanlış algılanıyor. Örneğin sürekli birileri " İrtica tehlikesi " var diye konuşursa, bazıları bunu siyasi mesaj olarak algılıyor, bazıları da " İrtica "dan dini inançların tehlike olarak sunulduğunu zannediyor.
İRTİCA Türkiye Cumhuriyeti gerçekten hukukun üstün olduğu anayasal bir demokrasi ise, yasalara aykırı olan eylemlerin üzerine gidilmesi, yargının işidir. Devleti totaliter bir modele sürükleyecek teokratik veya faşist kalkışmalar varsa, yargı bunların üzerine gitmelidir. Eğer bunları amaçlayan parti varsa, Anayasa mahkemesi devreye girmelidir. Ama her gün birileri " İrtica tehlikesi " var diye konuşur ve bu sonunda doktriner bir söylem halinde kanıksanırsa, işin tadı kaçar. Nitekim dün Kanal7'de bir programa katılan Adalet Bakanı Cemil Çiçek de, irtica kavramı gibi bazı kavramların siyasi kavramlar olduğunu, irticanın hukuken ifade edilen bir kavram olarak bugüne kadar kullanılmadığını söyledi. Kanunlarda, " İrtica suçu " diye bir suç bulunmadığına, " İrtica " suçundan bir iddianamenin tanzim edilemeyeceğine işaret eden Çiçek, " İrtica "nın siyasi bir terminoloji olduğunu, bazı fiilerin " İrtica " olarak algılanabileceğini, bu fiiller suç teşkil ediyorsa, bunun hukuk anlamında suç sayılacağını vurguladı. Çiçek, bunun uygulayıcılarının da yargı olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanı Sezer'in konuşmasını " İrtica tehlikesi "ne bağladığı zaman sadece CHP'liler tarafından alkışlanması, olayın hukuki olmaktan çok siyasal bir içerik kazandığının kanıtıydı.
|