| |
Siyasette "vizyon" ile "yalan" birbirine karışabilir...
Macar Başbakanı Ferenc Gyurcsany'ın, kendi partisinin (Sosyalist Parti) toplantısında "Sabah akşam yalan söyleyerek ülkeyi yönettik" demesi üzerine Budapeşte'de patlayan sokak ayaklanmalarını anlamak kolay değil. Daha doğrusu bu ayaklanmayı, sadece Gyurcsany'nin konuşmasına bağlamak yanlış. Bütçe açığı gayri safi milli hasılasının yüzde 10'una ulaşmış, sürekli ek vergilerle ekonominin nefesi kesilmiş ve komünizmden kapitalizme geçişte alışılmış desteklerden yoksun kılınmış halk kitlelerinin tepkisi biçiminde algılanması gerekiyor bu ayaklanmanın. Yoksa Macarlar da, tüm dünya ulusları da, politikanın araçlarından birinin "Yalan" olduğunu bilir ve bu kabullenilmiştir. Aslında buna yalan demek yerine "Hayal pazarlamak" da diyebiliriz. Çünkü hiçbir devletin gelirleri, toplumun tüm beklentilerini karşılamaya yetmez. İktidarlar, bir nevi ayna tutarak var olan kaynakları olduğundan büyük gösterirler. Bu arada ek kaynak yaratmak konusundaki hünerlerinin derecesine bağlı olarak, reformlar gerçekleştirirler, altyapı yatırımları yaparlar, halkın çeşitli kesimlerine sübvansiyonlar verirler.
HAYAL VE VİZYON Biz bu hünerin sergilenmesini yakın geçmişte Turgut Özal'lı ANAP iktidarında, 1980'li yıllarda görmedik mi? 70 cente muhtaç olduğu söylenen Türkiye, barajlarını, otoyollarını, Boğaz Köprüsü'nü yaptı, turizm ve ihracat hamlesini gerçekleştirdi, kambiyo rejimini de, dış ticaretini de serbestleştirdi, savunma sanayisini kurdu, telekomünikasyonda çağ atladı. Bütün mesele daha önce de belirttiğimiz gibi kaynak yaratmak konusundaki hünere sahip olmaktır. Bir de "Hesap bilmek" gereği vardır tabii. Rahmetli Adnan Kahveci bu konuda şöyle derdi: - Bir siyasetçi size yapacağı bir icraat hakkında vaatte bulununca, "Bu söylediğin cümlenin parasal karşılığı nedir" diye sormalısınız. Bir başka açıdan bakarsanız, halkın nazarında "Yalan" ile "Vizyon"un birbirine karıştırılması da siyaset mesleğinin kaderidir aslında. Bu her toplum için geçerlidir. Amerikalı siyaset yorumcularından birinin 1980'lerdeki şu değerlendirmesini hiç unutmam: Amerikan tarihinde halk kitleleri politikacılara genel olarak palavracılık veya yalancılık mesleğinin mensupları olarak bakarlardı. 1960'ların başında Başkan Kennedy "Aya gideceğiz" deyince, halk bunu şimdiye kadar söylenmiş en büyük politikacı yalanı olarak algıladı. Ancak Apollo Projesi sonunda bizi gerçekten aya götürünce, Amerikalılar politikacıların her vaat ettiklerini yapabileceklerine inandı.
YALANCI DAMAT Bir hatırlayın. Biz Türkler de 21'inci yüzyılın "Türk Asrı" olabileceğine inanmaya başlamamış mıydık Özal reformları sonunda? Yine de gerçekçi olmakta fayda var. Hani damat adayı, müstakbel kayınpederinden evlilik izni almaya çalışırken, sorgulanıyormuş: - İçki alışkanlığın var mı, kumar oynar mısın, mesleğin var mı, evine bağlı mısın, çapkın mısın? Damat adayı "Ne içkim, ne kumarım, ne çapkınlığım var. Meslek sahibiyim, aile değerlerine önem veririm" diye cevap vermiş sorulara. Ama kayınpeder adayı bu cevapla tatmin olmamış ve yine sormuş: - Hiç kusurlu yanın, hiç zaafın yok mu yani? Damat adayı boynunu büküp, kısık bir sesle cevap vermiş bu soruya: - Sadece yalan söylerim efendim!
|