|
|
Bu ne yaman çelişki?
GÜN geçmiyor ki, görev başındaki kameramanlar saldırıya uğramasın. Kimi gün bir magazin ünlüsü, kimi gün bir yaralı yakını, kimi gün bir koruma... Hedef değişmiyor: Kameramanlar... Özellikle kaza ve saldırı olayları sonrasında kameralara görüntü vermek kolay değil. O kâbus anlarında insan ne yaptığını bilemez. İçindeki kini, öfkeyi boşaltacak bir yer arar. Düşünün, bir yakınınızı kaybetmişsiniz ve kameranın ışığı gözünüzün ta içine giriyor. Böyle anlarda duygulara hakim olmak hiç kimse için kolay değildir. Önceki akşam bültenlerde izledim. Hastanede yaşamını yitiren Sakaryalı hastanın yakınları yine görevli haber kameramanlarına saldırıyorlardı. Acılıydılar. Yakınlarını üç ayrı hastaneye tam beş kez götürmüşler ama dertlerine çare bulamamışlardı. (Hatta doktorlardan birinin "İki kadeh rakı içsin bir şeyi kalmaz, açılır"dediği bile iddia ediliyordu.) Sonunda adam hayatını kaybetmişti. O anda kameralar da işin içine girince kızılca kıyamet kopuverdi..Buraya kadar her şey size de normal geliyor olabilir. Ama haberin en başına dönünce eminim anormalliği siz de fark edeceksiniz. Adam evde ispirto içiyor. Bir süre sonra da fenalaşıyor. Adamın gözleri kayıyor. Eliyle kalbinin üzerini ovuşturuyor. "Sanki koşmuş gibiyim" diyor. Karısının sesi duyuluyor: "İstersen bir doktora gidelim. "Adam aldırmıyor: "Yok, bana biraz su lazım." Derken küçük bir çocuğun sesi duyuluyor: "Baba gül biraz..." Peki can çekişen adam ile ailesinin bu konuşmalarını nereden mi biliyorum? O sırada karısı cep telefonu ile görüntüleri tespit ediyor da ondan...Yani zavallı adam can çekişirken, görüntüleri karısı tarafından cep telefonuna kaydediliyor. Bununla da yetinilmeyip, haber merkezlerine servis ediliyor. Aynı aile, adam yaşamını yitirdikten sonra görevli kameramanlara saldırıp, tekme savuruyor. Neyse, biz yine de yüreklerini yakan acılarına verelim ve başsağlığı dileyelim. Zira ateş düştüğü yeri yakıyor...
|