Linç operatörü!
Cerrah'ın "linç övgüsü" dil sürçmesi değil, hukuksuz devlet geleneğinin itirafı idi. Ve maalesef, sadece Cerrah'a özgü münasebetsizlik değil, bir kısım devlet, siyaset, askeriye, emniyet ve millet mensubunun "Vurun kahpeye" geleneğinin tezahürüydü. Geleneğin temsilcileri, çeşitli kılık ve saflarda çıkabilir karşınıza. Cerrahtır yahut başhekim! Başkasının vuruşuna karşı sözde insani ve hukuki duruş sergiliyor görünenlerden kimileri de, yeri geldi mi, eline geçirdi mi, öfkesi taştı mı, mertlik bir yana, az sayıdaki hasma karşı çoğunluk veya güçlü oldu mu, bir de arkasına "vatan, millet, milliyet, bayrak, din, ideoloji, mezhep, köken", ne bileyim "mahalle, aile, aşiret, aşk, kulüp, takım, taklavat" gibi yüce, kutsal bir kuvvet ile kudret aldı mı; Tutmayın artık onu!
İstanbul Emniyet Müdürü; Lübnan'a asker göndermeyi protesto edenleri linçe kalkışanları överek, devletin tam ortasından, milletin tam göbeğine ses verdi. Arıza değil, kaza hiç değildir. O, devletin şeyinden "En büyük" diye bağırır, milletin bir yerinden "Şampiyooon" diye akis alır. Ne mutlu ki, mensubu olduğum bu gazete mesela, o sesi değil, hukukun, aklın, sağduyu ile vicdanın sesini ve tepkisini verdi manşetten. Lakin sanmayın ki, topyekun, külliyen öyle bir tepkiyle dolar taşar memleketim. Şimdi, ne iyi ki tepki koyan kıdemli devlet partisi CHP, daha bir süre önce, hem de Anıtkabir'de, bakan filan tartaklanmasını hoş görebilmiş, bir sürü linçte ise ses etmemişti.. "Demokrat" olarak uğurlanan Genelkurmay Başkanı ise, neredeyse linç kıyısına varan "milletin eylemli tepkisi" nin hep öyle kalmasını dilemiş, tabiri caizse buyurmuştu. Yeni Genelkurmay Başkanı, göreve, hukuktan fazla bahsetmeden "Hesap sorma" mesaj ve tehdit tanımıyla başladı. Bunlardan rahatsız olan ve iktidarda bulunanların yahut AKP'yi desteklemişlerin maalesef önemli bölümü ise, ne Maraş, ne Çorum, ne Sivas acısını, hadi acılar artık kül olduktan sonra da, derin ya da ince sızısını duyabilmişti. Linç minç derken, hop katliamlara ulaştık yurdumun dört bir köşesinde. Ve katliam dendiğinde, hak, hukuk, kimlik, etnik saygı, kültürel tanınma ile demokrasinin en hasının peşinde olduğunu iddia edenlerin nicesi, kahpe mayının, Başbağlar misali kıyımların, linç endişesiyle evine sığınmış memur korkularının semtine dahi uğratmaz kalbini, vicdanını, sesini, nefesini. Bir cümlede Güneydoğu'ya gitmişsinizdir ya; tam o anda, Trabzon'un, Adapazarı'nın yiğit linççilerinin, köşeye kıstırdıkları için "Vurun lan" deyişini duyar, yurttan yumruklar, tekmeler, küfürler, linç operatörleri, cerrahları korosunun muhteşem zengin mozaiğine şapka çıkarırsınız.
Okurken, belki bir satırda tam hak veriyor, sonra bir cümle geliyor, köpürüyorsunuz; belki. Bu çok sık olur. Kimse kendi yarasına tuz, kendi yarine göz, kendi yanına toz kondurmaz. "Karşı tarafın adiliği, vahşiliği" hayatlarımızın amentüsüdür. Temel direğidir. Çökerse, biteriz! Ne şanlı tarihimiz başka türlü yazılır, ne güncel hatıratımız. "Mezalim" hep başımıza gelendir; asla, bazen elimizden de gelebilen değil. Çoğu zaman, adandığımızı sandığımız, sevdiğimizi zannettiğimiz değerin, inancın, kutsallığın, idealin özündeki yücelikle, onun buyruğu diye abandığımız kıyıcılık arasında zerre bağ yoktur. Ama gel de fiilen kabul et! O bağı kuran, en masum ve bireysel adıyla dahi, ruhumuzdaki "Fesat Bey". (Genellikle "bey"dir, evet ama her linççi erkeğin ardında da bir kadın bulunabilir! "Yapma" diyemeyen bir anne, eş gibi.) Oysa, insanın haklılığının tadına varabilmesi için haksızlığının da adına yaklaşabilmesi lazım. Neyse, biliyorsunuz veya kızıyorsunuz işte. Cerrah, sonuçta yüzümüzün aynası; geleneğin bakiyesi. Asıl cerahat içimizin karanlıklarında!
|